Bizim savaşımız Amerika ile; sadece İsrail ile değil. Artık mevzu, Washington’un önceleri olduğu gibi Tel Aviv’e koşulsuz askeri, siyasi ve ekonomik yardım yapmasıyla ve arka planda savaşı yönlendirmesiyle sınırlı değil. ABD bugün resmen, öncelikle Lübnan ve Filistin halklarına, ardından bölgenin geri kalan halklarına ve onların ulusal güçlerine karşı siyasi ve askeri mücadeleye liderlik etme pozisyonunu üstlenmiştir.
Trump’ın Ortadoğu elçisi yardımcısı olarak atadığı fanatik Siyonist Morgan Ortagus’un, İsrail’i Baabda Sarayı’ndan “Hizbullah’ı yenmesi” ve şaşkın başbakanının Gazze’deki etnik temizlik projesi namına tebrik etmeye hevesli olmasının anlamı budur. Trump ve ekibinin sınır tanımazlığı, İsrail’e dair ideolojik ve siyasi tarafgirliklerini dile getirmedeki bilindik pervasızlıkları, 2003 yılında Irak’ın işgal edildiği gün “Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme” sloganıyla gerçekleşen saldırıya benzer şekilde bölgeye yönelik yeni bir Amerikan saldırısının sinyalini veren bu tavırları ve projeleri açıklamaya yetmiyor.
Amerikan başkanının, ekibinin önde gelenlerinin ve kendisi ile aynı eğilimde olanların, neo-muhafazakarları (neoconları) ve Washington’u bulaştırdıkları savaşları tekrar tekrar kınamaları, onları yapmak üzere oldukları şeyden kurtarmaya yetmeyecek. Olan biteni derinlemesine anlamak, Trumpçı oligarşi koalisyonunun iktidara gelmesiyle birlikte muhtemelen büyüyecek olan -gerileyen imparatorluğun kalbinde gerçekleşen- yapısal dönüşümlere ve bu dönüşümlerin dış politika üzerindeki doğrudan etkilerine dikkat etmeyi gerektiriyor. Bu dönüşümler nedeniyle dünyanın pek çok bölgesi son derece tehlikeli gelişmelerle karşı karşıya; tüm bu gelişmeler ise kaos ve çatışmaların alevlenmesine, uluslararası durumun belirsizliğe doğru sürüklenmesine yol açacak.
Hiçbir ülkenin dış politikası, o ülkenin iç politikasından ayrı düşünülemez. Birincisi, bazılarının zannettiği gibi ikincisinin salt bir yansıması olmayabilir; çatışmalar, ittifaklar gibi kendi dinamikleri olan dış etkenler bu bağlamda büyük bir etkiye sahip olabilir. Bununla beraber herhangi bir ülkenin dış siyasetinde iç etkenler, özellikle de o ülkedeki yönetici elitlerin çıkarları, vizyonları ve hesapları belirleyici rol oynar.
Trump’ın Gazze, Grönland, Panama ve Kanada’ya ilişkin son dönemdeki tutumlarının arka planına ilişkin önerilen okumalardan biri, Siyonist internet sitesi “Walla”da İsrailli yazar Uriel Daskal tarafından kaleme alınan bir makalede yer aldı. Daskal, Trump’ın yaptığı tüm kışkırtıcı açıklamaların “Washington’da olup bitenlerden dikkatleri başka yöne çekmek” adına yapıldığını söylüyordu.
Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon, medya stratejisini “sağlam bir atış” diye niteleyerek her şeyin planlandığı gibi gittiğini ifade etti ve şunları söyledi: “Medya aptal insanlarla dolu. Bu insanlar, sadece tek bir şeye odaklanabiliyor. Bu yüzden onları sansasyonel haberlerle boğmalıyız; böylece gerçekten önemli olan şeyi kaçıracaklar.” Evet, işte bu yüzden Trump, Grönland’ı satın almak, Panama’yı işgal etmek ve Filistinlileri Gazze’den çıkarmak gibi gerçekçi olmayan teklifleri ortaya atıyor; çünkü medyanın ABD federal hükümetinde gerçekleşen radikal değişikliklere odaklanmak yerine bu başlıklarla dikkatinin dağılacağını biliyor.
Medya, Trump’ın Gazze vizyonuyla meşgulken Washington’da ABD hükümeti ve istihbarat teşkilatlarının hızlı ve sistematik bir şekilde tasfiyesi yaşanıyor. Elon Musk ve ekibi, son iki hafta içinde ABD’nin finansal veri sistemlerinin kontrolünü ele geçirdi, kritik güvenlik protokollerini ortadan kaldırdı, üst düzey yetkilileri kovdu ve Musk’ın kişisel servetinin yalnızca % 0,25’ine eşit bir bütçeye sahip bir devlet kurumunu tamamen kapattı.
Trump, Bannon’ın planından ilham alarak şok edici açıklamalarının medya ve kamuoyu üzerindeki etkisini kullanıp onların bakışlarını ülkesinde girişmiş olduğu işlerden uzaklaştırıyor olabilir; ancak bu, yaptığı açıklamaların sadece medya köpüğü olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Panama Kanalı’nı ele geçirme niyetini açıklamasından birkaç gün sonra, Dışişleri Bakanı Marco Rubio mevzubahis ülkeyi ziyaret etti ve Panama Devlet Başkanı’nı Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nden çekilmeye zorlamayı başardı!
Aslında ABD’nin Güney ülkelerine yönelik emperyalist politikasının saldırganlığının tırmandığı bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin, bu emperyalist güçle rekabet eden uluslararası taraflarla ilişkilerin gözden geçirilmesi gibi bazı ülkelerden ekonomik veya siyasi teşvikler karşılığında talep edilen şeyler, şimdi askeri işgal tehdidiyle geri alınıyor! Ancak Amerikan politikasındaki değişim bununla sınırlı değil. ABD Başkanı’nın yemin töreninde para babalarının, olağanüstü bir katılımla omuz omuza, sağlam bir yapı oluşturacak biçimde yer aldığı görüldü. Bu durum, birçok Batılı medya kuruluşunun, bugün siyasi iktidarı tamamen ele geçirdiği düşünülen “oligarşik kardeşlikten (broligarşiden)” bahsetmesine yol açtı. Eskiden kapitalist ülkelerde siyasal sistemlerin finans ve iş çevrelerinden gelen delegasyonlarla yönetildiği söylenirdi; ancak bugün ABD’de bu çevreler, doğrudan aracıların yerini almaya karar verdi.
Le Monde gazetesinin 4 Ocak tarihli sayısında yer alan “Teknoloji Devleri Oval Ofis’e Yerleşti” başlıklı yazısında, Yunanistan’ın sol görüşlü eski maliye bakanı Yanis Varufakis şunlaru zikretti: “Elon Musk, James David Vance, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos ve diğerleri, ABD’deki hukuk sistemini, siyasi ve idari sistemi, yoksulların ve dışlanmış halk sınıflarının aleyhine olacak şekilde kendi servetlerini ve karlarını maksimize etmek amacıyla parçalayıp yeniden şekillendirmek namına tarihi bir fırsata sahip olduklarına inanıyorlar. Yerel seviyede geçerli olan şey, uluslararası düzeyde de geçerlidir. Zira Trump ve ekibi, liberal uluslararası düzeni, Birleşmiş Milletler gibi çok taraflı kurumlarını ve uluslararası hukuk, tüzükler, anlaşmalar ve Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararları gibi ilke ve yasal temellerini, ABD'nin tanımladığı çıkarlarına uygun olanlar dışında, geçersiz ve hafifletilmesi gereken yükler olarak görüyor.”
Bu eğilimler, Kanadalı tarihçi Quinn Slobodian’ın önemli kitabı “Kıyamet Kapitalizmi”nde (Fransızca çevirisinin başlığı) izah ettiği kapitalist sistemin, içinde bulunduğu mevcut aşamadaki derin mantığıyla örtüşmektedir. Bu mantık, Amerikan ve Batılı oligarşiler tarafından teşvik edilip beslenerek vergi cennetleri, serbest ticaret bölgeleri ve fabrika ve tesislerin kendi ücret sistemlerini dayatan ekonomik bölgeler gibi yasal ve politik kontrollerden bağımsız “özel ekonomik bölgelerle” ülkelerin coğrafi sınırlarını ihlal etmektedir ve bunların dünyadaki sayısı 5.400’e ulaşmıştır.
Washington’daki karar alma merkezlerine ulaşan oligarşik kardeşlik mensupları bölgemize, özellikle Gazze ve Lübnan’a nasıl bakıyor? Unutanlara hatırlatalım: Bu grubun sembol isimlerinden biri olan Jared Kushner, geçen yılın başlarında İsrail’e Gazze halkını kovma ve kıyı şeridindeki doğalgaz yataklarına el koyma çağrısı yapmıştı. Onların gözünde vatanlarımız, onların arzu ve isteklerine göre söküp yeniden inşa etme veya tamamen yok etme hakkına sahip oldukları birer alan... Nitekim dostları Netanyahu, Sky News’e verdiği röportajda, bunun için yeterli alana sahip olan Suudi Arabistan’da bir Filistin devleti kurulması çağrısında bulundu! Açık olan şu ki bölgemizdeki hiçbir ülke, bu insanlara, maliyetlerinin, elde edecekleri kârlardan fazla olacağını hissettirmediği sürece onların şerrinden emin olamayacak.
Kudüs Haber Ajansı - KHA