Suudi Arabistan’ın dış politikası daha dengeli ve istikrarlı bir hal mi aldı? Yoksa mevzu, yeni ABD yönetimiyle müzakerelerde çıtayı yükseltme, her iki tarafın da ilişkiler pazarında mümkün olan en büyük kazanımı elde etme ve birbirlerine ne satabileceklerini keşfetme meselesi mi? Trump’ın ticari bir akla sahip olduğu kabul ediliyorsa, bunun yanında Körfez liderlerinin nesilden nesile aktarılan yatırım deneyimlerini de kimse hafife almamalı. Bu bağlamda Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, yalnızca uygun maddi ve siyasi karşılığı gördüğünde ödeme yapma politikasını benimsediği göze çarpmakta.
Filistin meselesiyle ilgili olarak Amerikan’ın Gazze’yi ele geçirip sakinlerini Mısır ve Ürdün’e sürme tehdidinin, yalnızca Gazzelilere ve diğer Filistinlilere, hatta bu insanların yanında sadece Ürdünlülere ve Mısırlılara değil, tüm Araplara ve tüm dünyaya yönelik olduğu aşikâr. Ne var ki bu durum öncelikle ABD’nin müttefiklerine zarar veriyor; zira insanların direniş diye başka bir seçeneği daha var. Dolayısıyla ABD Başkanı Donald Trump, Orta Doğu saatiyle salıyı çarşambaya bağlayan gece yarısı Siyonist işgalci düşmanın başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmeden önce, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme karşılığında “Filistin devleti kurulmasını talep etmediğini” açıkladığında, Suudi Arabistan Krallığı güneşin doğmasını beklemeden gece yarısı bu koşulun altını çizdiği bir açıklama yayınladı ve bu yanıt, biçim ve içerik olarak Muhammed bin Selman ile Trump arasındaki ilişkinin iyi olmadığına dair bir hava estirdi.
Bununla birlikte Veliaht Prens, birkaç gün önce Trump’ı tebrik etmek için yaptığı telefon görüşmesinde, eski başkanla dostluğunu tazelemede bir çeşit kapora olarak ABD’ye 600 milyar dolar yatırım yapma niyetini açıkladı; ancak bu miktar, Trump’ı memnun etmedi ve 1 trilyon dolar istediğini ima etti. Bazı Körfez ülkelerinin, Amerikan korumasını elde etmek veya Washington’un biçeceği rol için birbirleriyle rekabet etmek amacıyla gösterdiği bu ödeme yapma istekliliğine rağmen, Trump’ın arsızlığı bu kez Körfez ülkelerinde hem yöneticiler hem de halk nezdinde endişe uyandırmaya başladı. Çünkü bu ülkelerin sahip olduğu her şeyi, garantisi olmayan bir koruma karşılığında talep edebilen adamın açgözlülüğünün bir sınırı yok gibi görünüyordu.
Aslında Trump, son dönemdeki çıkışıyla, sadece bölgemizde değil tüm dünyada, son bir buçuk yıldır Gazze’de ve daha az bir ölçüde Lübnan’da kendini gösteren İsrail ve Amerikan vahşetine yatırım yapıyor ve bunu Amerikan iradesine itaat etmeyenler için geri döndürülemez bir kader olarak görüyor. Yine de Trump şayet en yüksek fiyatı almak için çıtayı yükselttiyse Suudiler de onun “oyunlarını” bildiklerini göstermiş oldular. Nitekim Suudi Arabistan Krallığı’nın Amerika mevzuunda önde gelen uzmanlarından Türki el-Faysal, Al Arabiya’ya yaptığı açıklamada, “Filistin’deki etnik temizliğe karşı durmak için Suudi Arabistan öncülüğünde uluslararası bir toplantı yapılacak. Bu etnik temizlik sadece Gazze’de değil, aynı zamanda Batı Şeria’da da yaşanıyor.” “Amerika ile yaşanan bu fikir ayrılığı karşısında çok büyük ve güçlü bir uluslararası tepki var.” diyerek Trump’ın çıtayı yükseltmesine çıtayı yükselterek karşılık veriyordu.
Körfez ülkeleri arasındaki rekabet, Trump’ı trilyon talep etmeye teşvik ediyor
Bu, Türki el-Faysal’ın dengeyi sağlamak için ilk müdahalesi değildi. Kendisi, yönetici ailenin liderleri arasında Muhammed bin Selman’ın birkaç müttefikinden biri. Benzer bir şeyi daha önce de Riyad’ın katılması beklenen “İbrahim Anlaşmaları”ndan birkaç ay sonra, 2020’nin sonunda Manama Diyaloğu sırasında yapmış ve İsrail’i sert bir dille eleştirerek bu beklentilere son vermişti. Buna karşılık Türki, 2010 yılında Münih Güvenlik Konferansı sırasında işgalci Siyonist düşmanın o zamanki Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon ile el sıkıştığında, İsraillilerle alenen bir araya gelen ilk Suudi yetkilisi olmuştu.
Bahsi geçen mevzular üzerinden Suudi Arabistan Krallığı’nın, göründüğü kadarıyla, normalleşme için açıklanmamış asgari bazı şartları olduğu rahatlıkla söylenebilir ve bu şartlar pazarlığa dahildir. Bununla birlikte Filistin Devleti’nin tesisine dair resmi tavır aynıdır; ancak devletin sınırlarının Suudi Arabistan Krallığı’na göre değişikliğe tabi olup olmadığı sorusu ise ortadadır?
Her hâlükârda Araplar ve özellikle Körfez ülkeleri, Trump’ın bu çıkışında aslan payına sahipler. Çünkü koruma ve rol kapma adına Amerikalıları memnun etmeye çalışırken verdikleri rekabet, bu açgözlü adamın sihirli rakam için ağzının suyunun akmasına neden oldu: bir trilyon dolar! Nitekim Trump’ın başkanlığa gelmesinden önce Suudi Arabistan ile Katar arasında son dönemde belirgin bir rekabetin ortaya çıktığı bilinmekte.
Doha’nın, seçimlerden aylar önce yalnız “seçilmesi öngörülen başkanla” değil, aynı zamanda yönetiminden önemli birçok isimle de bir anlaşmaya vardığı anlaşılıyor. Burada Trump’ın Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff’un bölgeye giderken normalleşmeyle alakalı bir soruya, Ortadoğu’da bazı ülkelerin, İsrail ile ilişkilerini normalleştireceklerine dair verdiği cevabı atlamak mümkün değil. Soruyu soran kişi, Suudi Arabistan cevabını alacağını düşünerek, birinci derecede ilgili ülkenin ismini söylemesi hususunda ısrar edince -özellikle Hamas hareketiyle yaptığı faydalı temaslar açısından Başbakan Muhammed bin Abdurrahman Al Sani’nin performansına olan hayranlığını dile getirerek- mevzubahis devletin Katar olduğunu ifade etti.
Katar, New York şehir merkezindeki Park Lane Oteli’ni Witkoff’un yönettiği ve sıkıntıda olan bir emlak şirketinden 623 milyon dolara satın almıştı. İsrail de bu ticaretin ardından Witkoff’u Doha’ya bağlı olmakla itham etmişti. Peki ya Suudi Arabistan? Tüm bunlara rağmen Witkoff, ateşkesin uygulanmasını denetlemek ve anlaşmanın ikinci aşamasına ilişkin müzakerelerin başlamasına hazırlanmak üzere işgal altındaki topraklara yapacağı ziyarete Riyad’a uğrayarak başladı. Ancak bu ziyaret esnasında bile adamın hâlâ Katar anlaşmasının etkisi altında olduğu anlaşılıyordu.
Bu ateşli rekabetin en açık örneği, Katar ve Suudi Arabistan medyası arasındaki çekişmedir. El Cezire, Suudi Arabistan’ın Trump ile yaptığı siyasi anlaşmaları “ifşa ettikten” sonra, şimdi sıra El Arabiya’da. El Arabiya, Katarlı “rakibini” birkaç gün önce, ABD Başkanı’nın Katar Emiri Temim bin Hamad’a yaptığı ve haber ajanslarına yansıyan, “Tanrı’ya şükür, el-Udeyd üssünü sizin paranızla genişlettik, bizim paramızla değil” şeklindeki açıklamalarını tamamen görmezden gelmekle suçluyor. Öte yandan sosyal medyada Trump’ın Katar’dan, el-Udeyd Hava Üssünü kendi topraklarında tutması karşılığında bir trilyon dolar isteyeceği yönünde haberler dolaşıyor. Doha’nın böylesine büyük bir meblağı ödeyemeyeceği düşünüldüğünde bu iddianın oldukça abartılı olduğu da görülüyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA