Gazze, tüm bölge gibi, Filistin direnişi ile İsrail arasındaki ateşkes anlaşmasının ikinci aşaması için müzakerelerin başlamasının duyurulmasını gözlüyor. Ancak bu müzakerelerin, ABD Başkanı’nın Orta Doğu elçisi Steve Witkoff’un Suudi Arabistan ve işgal edilmiş topraklara ziyaretiyle gerçekten başlayıp başlamadığı ise bir muamma. Gözlemciler, Siyonist düşmanın Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yeniden nabız yoklamak adına Washington’a yapacağı ziyaretin sonuçlarını bekliyor. Ne var ki mevzubahis ziyaret, Amerikan yönetiminin, bölgeye yönelik oldukça tamahkar vizyonu çerçevesinde, bölgenin daha geniş bir şekilde düzenlenmesi görevini kolaylaştırmak için atmayı planladığı adımların bir parçasını oluştursa bile bundan sonra ne olacağına karar verilmesi açısından son noktayı koyma bağlamında belirleyici olmayacak.
Dolayısıyla ABD yönetiminin, müzakerelerin ikinci aşamasının başarısına olan ilgisi, daha önce Washington’da kararlaştırılmış bir denklemin çerçevesine oturtulabilir; esirlerle ve Gazze Şeridi’nden çekilmekle alakalı dosyanın sonlandırılmasının, İsrail’deki hükümet koalisyonuna olumsuz etkilerine rağmen Tel Aviv’in, ABD’nin planını uygulamaya geçmek zorunda olduğu düşünülebilir. Trump yönetimi, işgal altındaki topraklardaki savaş veya bu topraklara olası bir geri dönüş tehdidi göz önüne alındığında, vizyonunu bölgesel olarak dayatabilecek durumda olmayacak. Dün Maariv’e konuşan üst düzey bir güvenlik yetkilisine göre, Witkoff, “bir sonraki aşama için zemini kendisi hazırlamak üzere geldi ve Hamas ile İsrail hükümetinin manevralarının da farkında” ve Trump, “Smotrich ve Ben Gvir ikilisinin, planlarını ve hayallerini bozmasına izin vermeyecek.” ABD Başkanı’nın elçisiyle görüşen taraf ve isimlerden anlaşıldığı kadarıyla ABD, Gazze ve Lübnan’da ateşkes sağlanması ve tüm İsrailli esirlerin serbest bırakılmasını öngören geniş kapsamlı bir düzeni dayatmayı amaçlıyor.
Esir anlaşmasını herhangi bir engele takılmadan iki aşamada sonlandırmaya yönelik “Trump’ın eğilimi” olduğuna dair net işaretler var
Peki Trump yönetiminin bir dizi jeopolitik hamle gerektiren, kurmaya kararlı göründüğü bu yeni bölgesel düzenin özellikleri neler? Son günlerde bu özelliklerden bazılarının belirtileri ortaya çıktıysa da bunların çoğu sonuçlara odaklanıyor; bunlara nasıl ulaşılacağı, bunların yol ve yöntemlerinin neler olacağı veya bu yolda karşılaşılan zorlukların nasıl aşılacağı konusunda bir açıklama getirilmiyor. Arzu edilen düzenin; Suudi Arabistan’ı, Türkiye’yi, Suriye’yi, nükleer açıdan sıkıntılı İran’ı ve Tahran’ın bölgesel nüfuz alanlarının yanı sıra, yeni yolun izlenmesi halinde otomatik çözümlerin gelişebileceği, ikincil öneme sahip olduğu düşünülen diğer alanları da kapsaması bekleniyor. Bu bağlamda, İsrail’in Washington’daki yeni büyükelçisi Yehiel Leiter’in, birkaç gün önce Tel Aviv’in Riyad ile ilişkilerini normalleştirmeye her zamankinden daha yakın olduğuna ve bunun “Orta Doğu’daki güç dengeleri üzerinde geniş bir etki meydana getirecek bölgesel bir stratejik dönüm noktası olacağına” dair sözleri ön plana çıkmakta. Savaş sırasında oğlu Gazze Şeridi’nin kuzeyinde öldürülen Batı Şeria yerleşimcisi Leiter, aşırılıkçı yönüyle bilinen birkaç muhafazakâr sağcı merkezde araştırmacı olarak çalışmış ve aşırı sağcı haham Meir Kahane tarafından kurulan “Yahudi Savunma Birliği”ne bağlı bir kişilik olması bakımından sıradan bir İsrail büyükelçisi değil. Kendisi yerleşimi, hedeflerinin odak noktası ve bu hedeflerin temeli olarak görmekte. Öyle ki yerleşim vizyonuyla çelişen her öneri onun için kerih addedilmekte. Dolayısıyla Amerikan vizyonuna yönelik övgüsü, her ne kadar Trump bizzat Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden tehcirine yönelik şok edici teklifiyle bir kısmını piyasaya sürmüş olsa da bu vizyona dair henüz ortaya çıkmamış bir şeyi gözettiği anlamına geliyor. Leiter’e göre, Suudi Arabistan normalleşme ve “bölgede stratejik bir değişim” karşılığında, anlaşmanın bir parçası olarak Filistinlilere gerçek jestler yapılmasını istiyor; ancak bununla beraber İsrail elçisi, Trump’ın gücünün ve dış politikasının İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarıyla tam uyumlu olacağından emin olduğunu da ifade ediyor. Trump’ın bölgeyi değiştirecek normalleşme planının İsrail’in çıkarlarına zarar vermeyeceğine dair Leiter ve diğer faşistlerin deliline son bir işaret olarak Batı Şeria ve Gazze’de gerçekleşen yerleşim hareketleri ve bu toprakların Siyonist varlığa ilhak edilmesi zikredilebilir.
Her hâlükârda son dönemde Amerikan medyasında çıkan haberlerde, esir değişim anlaşmasının iki aşamasının da herhangi bir engele takılmadan bitirilmesi ve savaş dosyasının geri dönülmez bir biçimde sona erdirilmesi yönünde “Trumpçı eğilimlerin” varlığını teyit eden işaretler yer alıyor. Bu, aslında birdenbire ortaya çıkan bir eğilim değil. İsrail ve Amerika’nın son aylarda hedeflerini gerçekleştirmek üzere planladıkları görevleri tam olarak yerine getirememiş olmaları ve Hamas hareketinin, kendisinin yok edilmesi yönündeki hedefte başarısız olunmasının ardından gelen süreçte Tel Aviv ve Washington’un yeni yönetimi arasındaki güç dengesini, çıkarları ve görüş ayrılıklarını iyi kavramış bulunması nedeniyle ortaya çıkan bir eğilim. Hamas, İsrail tarafından yakın zamana kadar çoğunluğu kırmızı çizgi olarak görülen ve Siyonist varlığın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği taleplerinde ısrar etti; bunlar arasında Gazze Şeridi’nden tamamen çekilme ve hareketin, savaş sonrasında kontrolü elinde tutması da vardı. Ama gerçeği kabul edip onun tehditleriyle yaşamakla, gerçeği kabul edip sonra da değiştirmek için çalışmak arasında çok büyük farklar vardır. Amerikan medyasında da yer alan haberlere göre İsrail’e Hamas’ın şartlarını kabul etmesi için baskı yapan yönetim, buna mukabil ertesi gün pusulayı yeniden ayarlamak; yani Kuzey Gazze Şeridi’nde yaşama, yeniden inşaya ve geçmişe dönüşe mâni olmak veya bunları engellemek için çalışacak. Bu da kuzeydeki Filistinlileri, oradaki temel yaşam gereksinimlerinin eksikliği göz önüne alındığında alternatifler aramaya ve ardından işgal altındaki toprakların dışına gönüllü göçe (gizli göçe) doğru zorlayacak. Böylece Trump, Amerikan iradesini İsrail’e dayatma bağlamında, İsrail’in çıkarına hizmet etmeyi, yani Filistinlilerden kurtulmayı ya da Filistinlilerin hayatlarını İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde zorlaştırmayı başarmış olacak.
Dolayısıyla Trump’ın, Mısır ve Ürdün’ün Filistinli mültecileri kabul edeceği yönündeki söylemi, havada bir söylem değil, bundan sonra yaşanacaklara hazırlık bağlamında bir söylem. Eğer durum böyleyse, doğrudan askeri güçle hedeflerine ulaşmayı başaramayan İsrail’in, Washington’daki haham Meir Kahane eğilimli büyükelçisi gibi aşırı faşist sağ da dahil olmak üzere Amerikan vizyonunu memnuniyetle karşılamaktan başka bir seçeneği kalmayacak. Ne var ki Amerika’nın planı savaşı durdurmak, yerleşimleri genişletmek ve Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirmekle sınırlı değil. Bilakis, Suriye arenasının göstergelerin de işaret ettiği gibi Amerikalıların buradan kesin olarak çekilmesini garanti altına alan, kendine özgü bir düzeni var. (Planlarına göre) nihayetinde Trump’ın müzakereler yoluyla vuku bulmasını tercih ettiği İran’la yüzleşme Amerika’nın arzusunca gerçekleşecek; İsrail’e yönelik nükleer tehdit sona erdirilecek ve gelecekte eski konumunu yeniden kazanmasına olanak vermeyecek biçimde İran İslam Cumhuriyeti bölgede zayıflatılacak.
Kudüs Haber Ajansı - KHA