Bugün Lübnan sahnesinde gidilecek iki yol var. Bunlardan biri, İsrail savaşının sonuçları ışığında yürütme organının koşullarının düzenlenmesine ilişkin. İkincisi ise Emel ve Hizbullah ikilisinin, mucizevi Lübnan yapılanması içerisindeki konumlarının temsiline ilişkin düzenlemelerle alakalı. Sorun şu ki kısa bir süre sonra iki yol arasında tam bir ayrılık mı, yoksa kesişme noktaları mı olduğu ortaya çıkacak. Ancak tehlike şu ki, anlaşmazlık korkunç sonuçları olan bir patlamaya dönüşebilir.
Öncelikle şunu belirtelim ki General Joseph Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, ABD tarafından yürütülen ve Fransa, Suudi Arabistan ve diğerlerinin de katıldığı büyük bir siyasi çabanın sonucudur. Avn’nın, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gelişinin ardından çalışma programıyla ilgili soru meşru hale gelmiştir. Burada ele aldığımız konu, askeri kurumu idare yöntemi, savunma bakanlarıyla olan ilişkileriyle alakalı değerlendirmeleri veya ihaleleri yönetme ve dışarıdan mali destek toplama tarzı değildir; zira bunların hiçbiri Avn’ın incelenmesini veya hesap vermesini gerektiren konular değildir. Joseph Avn, daha ilk günden itibaren iktidardakilerin çoğunun her gün yaptıkları şeyle, yani yasaları çiğnemekle, kendisini suçlayamayacaklarını biliyordu. Cumhurbaşkanı Avn, bugün askeri üniforması ve buna bağlı hiçbir prosedür ve davranış olmadan önümüzde duruyor ve herkes ona bundan sonra şu anda baktığı gibi farklı bir biçimde bakacak.
Dolayısıyla yemin töreni konuşmasıyla ilgili tartışma, bütün yemin törenlerine eşlik eden tartışmaların tekrarından başka bir şey değildir. İnsanlar General Emil Lahud’un cumhurbaşkanı seçilmesine eşlik eden atmosferi veya General Mişel Avn’ın seçildiği gün güç dengelerinin nasıl karıldığını hatırlıyor mu? Her yeni dönemin başlangıcında yapılan beyanatlara, parlamentoda yapılan ve diğer siyasilere ait konuşmalara, “her dönemin kendi medyası”nın düzenlediği methiye ve övgü partilerine dair arşivlerin yeniden açılmasına gerek var mı?
Ciddi bir biçimde bakılması gereken, Cumhurbaşkanı Avn’ın ne düşündüğü değil, ne yapacağıdır. Çünkü o da artık Lübnan dahilindeki oyunun kurallarına bağlı biridir. O da ülkenin günlük işlerinin yönetimine dair ayrıntılara çözüm noktasında dış baskıların bir fayda sağlamadığı acı gerçeğini kısa sürede öğrenecektir. Suriye bile bütün bu askeri ve güvenlik katılımına rağmen, herhangi bir cumhurbaşkanının seçilmesi veya herhangi bir hükümetin kurulması sonrasında devletin temel direkleri arasında şikâyetlerin toplandığı bir komiteye dönüşecektir. Belki Araplara ve Batılılara ait elçilikler de yas tutanların uğrak noktası haline gelecektir. Bu söylediklerimiz elbette Joseph Avn’ın tutturduğu ivmeyi kullanarak farklı bir şeyler yapamayacağı anlamına gelmiyor; ancak bu, güçlü ortaklar olmadan mümkün olmayacaktır. Onlar da bugünkü oyunun payandalarını oluşturan oyunculardan başkaları değildir.
Peki ya hükümeti kurmakla mükellef olan kişi?
Nevvaf Selam’ı bulunduğu konuma taşıyan sürece bakarak yargılamak haksızlık olur. Bilakis, dosyaların, ülkedeki etkili güçler göz önünde tutularak incelenmesi ve yaşananlardan sonra onların pozisyonlarının değerlendirilmesi gerekiyor. Nevvaf Selam bir takım açık tercihler karşısında duruyor. Kişisel düzeyde, kendisi adına ilgilendiği en yüksek makam olan Lübnan hükümetinin başkanlığında profesyonel ve siyasi hayatını sonlandırmak için en iyi fırsatı yakaladığı iddia edebilir; bu makamı kesinlikle bir uluslararası mahkemenin başkanlığına tercih eder. Nevvaf Selam bu motivasyonla yola çıkarsa, ülkenin geleneksel liderlerinin maruz kaldığı siyasi şantajdan kurtulur. Bu durum, onun önümüzdeki parlamento seçimlerinde bir zemin oluşturarak aday olmasına da engel değildir. Ancak bu kişisel gerçeklikten yola çıkarak, devlet yönetiminde yeni bir model ortaya koymaya da çalışabilir.
Kendisinden öncekilerin birçoğunun yapamadığını yapma fırsatı ona verilebilir. Ne var ki mesele hâlâ Lübnan gerçeklerini atlayıp atlayamamakla bağlantılı. Halkın, şaibelerden arınmış devlet hayali ne kadar meşru olursa olsun; halkın niteliğini, gerek sendika, gerek belediye, gerek parlamentoda seçilmiş meclislerdeki temsiliyeti yansıtır. Bu nedenle Nevvaf Selam ya hükümetini yakın bir çöküşten koruyamama ihtimali açık güçlere güvenerek çatışma yolunu seçmeli ya da savaşı parça parça yönetmelidir; çünkü onu bekleyen şey, ülkedeki gruplara dair güçlerin sürekli döşediği mayın tarlası değil, Lübnan’ın şu anda anayasayı değiştirebilecek, yetkileri -metinsel olarak veya uygulamada, hiç fark etmez- yeniden gözden geçirebilecek bir durumdan geçtiğine inananların kurduğu sert pusulardır. Tam da bu noktada Nevvaf Selam’ın görevi Emel ve Hizbullah ikilisiyle bir anlaşmaya varmaktan ziyade Cumhurbaşkanı ile verimli bir iş birliği mekanizması sağlamak olacak. Çünkü cumhurbaşkanı, başbakanla gerçek bir çatışmaya girebilecek ortak konumundadır ve bu da en azından bir sonraki parlamento seçimlerine kadar olacaktır. Evet, Cumhurbaşkanı Avn’ın, Başbakan Necib Mikati’nin Mayıs 2026’ya kadar hükümetin başında kalmasını kabul etmesini sağlayan şey de bu bakış açısıydı. Zira Avn, Mikati’nin kendisi karşısında çok zayıf olacağını ve Mikati’yi başbakanlığa taşıyacak yapının, ordu komutanını Baabda Sarayı’na getirmeyi başaranlarla aynı yapı olmadığını biliyordu.
Dolayısıyla hükümeti kurmakla yükümlü başbakan adayının karşı karşıya kalacağı zorluklar, önümüzdeki 14 ayda neler yapabileceğine ilişkin görüşüne bağlı olacak. Kendisine şu anda verilebilecek en uzun süre budur. Nevvaf Selam’ın, yemin konuşmasını akılcı bir hale bürüme veya uygulanabilir hale getirme konusunda bir tasavvuru var mı? Müstakbel başbakan, Lübnan’ı siyasi ve askeri bakımdan boyunduruk altına alma projesinin bir parçası olarak Lübnan’ı ekonomik yönden kontrol altına almaya dönük dışsal ihtiraslara nasıl bir muameleyle karşılık verecek? Sünni bir başbakan olana Nevvaf Selam, Şam kapılarının, bir sıçrama yapmak zorunda kalmadan Lübnan Sünnilerine yeniden açıldığı Suriye’de yaşanan büyük değişimle nasıl başa çıkacak? Evet, bu tür sorular akla gelmekte.
Diğer partiler için ise artık zeki ve aktif görünme zamanı bitmek üzere. Son tiyatro gösterimi ise hükümetin güvenoyu toplantısında yapılacak. Ondan sonra herkes önümüzdeki parlamento seçimlerine hazırlanmaya başlayacak. Seçimlerde kartlar ve ittifaklar yeniden karılacak, büyük sloganlar yeniden yükselecek.
Mesela Cibran Basil adına, Joseph Avn’ın artık cumhurbaşkanı olması bahanesiyle, geçmişin sayfasını kapatıp yeni bir yola girmesi kolay olabilir. Bununla beraber Basil’in, General Avn’ın kamuyu yönetimine dair eleştiri konumundan uzaklaşması, bizce yadsınacaktır. Doğrusu Cibran Basil’in, ordu komutanının Baabda Sarayı’na ulaşmasını engellemek için verdikleri savaşı kaybettiklerini ve artık ona karşı kullandıkları silahlara ihtiyaçlarının kalmadığını açıkça söylemesi elbette daha iyi olur. Daha da önemlisi, Basil’in önce kendisini ve partisini yakın kitlesine yeniden tanıtması, gelecekteki siyasi ittifaklar veya seçim ittifakları için açık ve ikna edici esaslar belirlemesi ve bir yıl ve birkaç ay sonrasında aynı müttefikleri etrafında bulamayabileceği olasılığına hazırlıklı olması gerekiyor. Cibran Basil, Hristiyanların çıkarları için “Lübnan Güçleri” ile rekabet etme perspektifinden ziyade sivil devlet seçeneği etrafında söylevini yeniden düzenlemelidir; çünkü “hakları koruma” deneyimi felaketle sonuçlanmıştır. Sivil devlet tercihini yapmışken; partisi ve halk kompozisyonu açısından da kendisinden yapısal dönüşümler beklenecektir. Tıpkı şimdi yaptığı anlaşmalarla olan ilişkisini haklı çıkardığı gibi, diğer herkesle, muhalifleriyle ve müttefikleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeyi de haklı çıkarabilir ve üniversiteye girmeye hazırlanan genç bir adamın, Özgür Yurtsever Hareket saflarında yer alabilmesi adına farklı türden teşviklere ihtiyacı olduğunu hatırlayabilir.
Herkes aynı ikilemi yaşıyor olsa da Emel ve Hizbullah ikilisinin ordu komutanıyla sorunu Cibran Basil’in sorunundan farklıdır. Çünkü ikilinin Avn’a karşı tutumları siyasi kaygılara dayanıyordu ve onunla bir anlaşmaya varmak zorunda kaldıklarında Hizbullah, uluslararası kararları uygulama bahanesiyle direnişle bir mücadeleye devleti dahil etmemesini istedi. Meclis Başkanı Nebih Berri ise Avn’a iç dengelerin, hükümette ve kamu yönetiminde Şii temsilinin kazanımlarını korumayı gerektirdiğini ve aksi takdirde başbakan adayı dahil mevzuların karşılıklı konuşmalar seviyesinde kalacağını ifade etti. İkilinin farkına varamadığı şey ise Amerika ve İsrail’in savaşı durdurmaya kararlı olmadıkları; aksine özellikle de Suudi Arabistan ve Avrupa ile ittifaklarının, Suriye’deki dönüşümde kendilerine Lübnan’daki varlıklarını güçlendirecek bir fırsat sunmasından bu yana, uygun gördükleri şekilde savaşın siyasi bölümlerine dahil olduklarıdır.
Hizbullah ve Emel ikilisine gelince savaş öncesinde kazanılmış ve ciddi şekilde parçalanan ittifakların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Birçok kişi, Hizbullah’ın bugün bile hala “savaş prosedürleri” çerçevesinde hareket ettiğini ve Siyonist düşmanın, ateşkes anlaşmasına tam manasıyla bağlı kaldığından emin olana kadar da aynı hareket tarzını devam ettireceğini fark etmemiş olabilir. Mevzu bahis yaklaşım, Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın tutum ve davranışlarına ilişkin pek çok konuda kendini gösterecektir. Hizbullah, uzak olmayan bir gelecekte Lübnan açısından ilk kez farklı bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak; devletteki “Şii kazanımlarını savunma” mücadelesi ile sadece bir slogan olmayan “hukuk devletini” inşa etme mücadelesi arasında sözlü değil, pratikte bir seçim yapması gerekecek. Konuya “kayıpları sınırlama” perspektifinden bakan Meclis Başkanı Berri ise savaşın sonuçlarının ikilinin Lübnan dahilindeki siyasi ağırlığı üzerindeki etkisini göz ardı etmiyor. Gerçi Nebih Berri eskiden olduğu gibi büyük mücadelelere geremiyor; ama etrafındaki yoğun baskı bir yana, yanında büyük bir partinin olması onu rahatlatıyor. Bu arada Berri’nin muhtemelen çok fazla dinlenmediği gruplar da var ve bu grupların arasında, ülkedeki diğer güçlerin etkisinin üstünde istisnai bir etkiye dönüşmemiş olan ve kamuoyunun mahiyetine vakıf olmadığı devletteki “Şii kazanımlarını” korumak isteyen sesler de var.
Tabii ki ikili, mağlup taraf muamelesi görmekten kaçınmak istiyor. Gerçi sorun -büyük oranda- sanki galip tarafmış gibi davranan diğerlerinde ortaya çıkıyor. Örneğin Lübnan Kuvvetleri Partisi’ni ve “büyükelçiliklere bağlı vekillerinden” müttefiklerini ele alalım. Bu kişiler, daha önce General Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olduklarını dile getirmişlerdi ve Caca’nın ordu komutanı hakkında söylediklerini Cibran Basil, General Avn hakkında söylememişti. Ne var ki Genelkurmay Başkanı, Amerikalılar ve Suudilerin planı doğrultusunda yürümek zorunda bırakıldı ve kendisi için bir zafer imajı oluşturmak durumunda kaldı. Aynı durum, hükümeti kurmak üzere başbakan adayının belirlenmesinde de yaşandı; Caca ve arkadaşları, Fuad Mahzumi ile Eşref Rifi arasından kendi saflarından bir başbakan seçebilecekleri temelinde hareket etmeye çalıştılar. Ancak “büyükelçiliklere bağlı vekiller” sinyali aldılar ve başbakanı Semir Caca’nın değil, Suudi Arabistan’ın seçeceğini anladılar. Gerçi Lübnan Kuvvetleri Partisi başkanı biraz direnmeye çalıştı; ama başkanlık seçiminde olduğu gibi Yezid bin Ferhan’ı dinleyip Nevvaf Selam’ın ismini verme yolunu tuttu.
Buradaki sorun Caca’nın “Başkanları siz belirlersiniz” diyerek yatıştırılabilecek bir tip olmaması. Bu, siyasi hasadın kendi hakkı olduğunu düşünen bir politikacıya söylenebilecek kötü bir nüktedir. Peki ya bu kişi gerek Cumhurbaşkanı gerek başbakan adayı tarafından tatbik edilecek anlaşmanın kendi zevkine uygun olmayacağını biliyorsa nasıl olacak? Hele bir de bu zat yakında destekçilerinin karşısında “Ülkeyi Hizbullah mı yönetiyor?” sorusuna cevap vermekle sorumlu makamda kendisini bulacaksa… Joseph Avn’ın Baabda’da bulunması Hıristiyanlar için bir zayıflık göstergesi mi? Caca’nın Hizbullah’tan önceki birinci düşmanı olarak gördüğü Nevvaf Selam’ın Saray’daki varlığı sivil toplum için bir zafer mi?
Lübnan iğrenç paradoksların bulunduğu bir ülkedir. Lübnan hiç kimseye acımayan bir değirmendir. Kim ki Lübnan’a, her şey yerli yerindeymiş gibi bakmakta ısrar ederse, doktora gidip kötü huylu bir tümörün çıkarılması yerine kendisine serum takılması konusunda ısrar eden birine benzer!
Kudüs Haber Ajansı - KHA