Aksa Tufanı: 25 Mayıs Zaferinden Reisi Sonrasına

Ahmed ed-Durzi tarafından almayadeen.net adlı internet sitesinde kaleme alınan “25 MAYIS ZAFERİNDEN REİSİ SONRASINA AKSA TUFANI” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

29 Mayıs 2024
Aksa Tufanı: 25 Mayıs Zaferinden Reisi Sonrasına

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullehiyan’ın şehadeti duyurulur duyurulmaz uçak kazasını soruşturmakla görevli üç komisyon bir neticeye ulaşmadan iç çatışmaların rolüne açık bir şekilde odaklanan, başkanlık helikopterinin düşmesine dair analizlerin eşliğinde İran İslam Cumhuriyeti’nin geleceği hakkında çeşitli saiklerle siyasi spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Bölgesel ve uluslararası çatışmalar çerçevesinde yayılması amaçlanan istihbarat başlıkları hariç tutulacak olursa bahsi geçen analizler, 1979’daki devrimden sonra ortaya çıkan devlet yapısına ilişkin farkındalık eksikliğini yansıtıyordu.

Siyonist varlığın, 2000 yılında Güney Lübnan’dan herhangi bir kayıt ve şart olmaksızın çekilmesinin ardından ilan edilen ilk yenilgisinin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti. Bu, çağdaş Arap ve İslam tarihinde elde edilen ilk zaferdi. İki kutuplu dünyada ABD liderliğindeki Batı ile bağlantılı işgal karşısında süper güç olarak Sovyetler Birliği’ne dayanan önceki direniş güçlerinin işgali durdurmadaki acziyeti akabinde Siyonist “ordunun” Lübnan’ı işgal etmesi ve Beyrut’a ulaşması sonrasında 1982 yılında teşekkül etmeye başlayan yeni bir direniş gücü düşmanı mağlup etmeyi başarmıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından siyasetin, ekonominin ve toplumun gidişatını belirleyen iki kutbun kapsamı dışında, uluslararası çatışmalar açısından son derece önemli bir siyasi coğrafyada - İran’da- böylesi büyük bir halk devriminin meydana geleceğini çoğu uluslararası siyasi güç tasavvur bile edemezdi. Çok geçmeden hayal ötesi yansımalara sahip, dünyayı sarsan bu jeopolitik depremden etkilenen küçük çekirdekli yeni bir direniş, 1982’de Lübnan’da filizlendi. Arkasında duran bir süper gücün desteği dışında başarıya ulaşması mevzu bahis olmayan tarihsel bir vasatta Direniş, konjonktürel gerçeklerin dışına çıkarak sadece devrimin fitilini yakan önderi Ruhullah Humeyni’nin fetvasına sırtını dayıyordu.

Lübnan’daki İslami direnişin siyasi-askeri adını duyurduğu yıl olan 1985’te Mikhail Gorbaçov’un Komünist Parti’nin başkanlığını devralmasıyla Sovyetler Birliği’nin çöküşünün başlamasına paralel uluslararası koşullardaki değişime rağmen Hizbullah, 25 Mayıs 2000’de dönemin en önemli tarihi başarısını gerçekleştirdi.

Bu başarıyı nevi şahsına münhasır kılan şey, tercihe müsait uluslararası bir dengenin yokluğunda elde edilmiş olmasıdır. Şöyle ki Siyonist “ordunun” geri çekilmesi, Amerika’nın tüm dünyayı tekeline alıp kontrolünü genişletmesinin ardından ABD liderliğindeki Batı’nın ilk yenilgisini temsil ediyordu. Lübnan’daki direnişin önemini fark eden Suriye’nin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde kendisini Amerikan diktatörlüğünden koruyacak ve 1993’ten sonra etkili bir bölgesel rol üstlenmesine imkân tanıyacak büyük desteğinin yanı sıra İran İslam Devrimi ile Lübnan’daki direniş arasında direniş projesiyle bütünleşme noktasına varan örtüşme olmasaydı hiç şüphesiz bu başarı elde edilemezdi.

Bu başarı; Irak’la sekiz yıl süren savaşın, devrim liderinin 1989’da vefatının ve İranlıların tarihi ve kültürel derinliğiyle tutarlı siyasi bir sistem eşliğinde yeniden yapılanma sürecine sıfırdan başlamasının ardından yeni İran’ın devrimden sonra yeşeren ilk meyvesiydi. Siyasi sistemin yapısındaki çeşitliliğin Batı ile ilişkinin doğasına dair ciddi ihtilaflarının ortasında İran, çok sayıda ciddi yaptırımın ve ABD ile kendi bölgesinde yaşanan birçok dolaylı çatışmanın üstesinden gelmeyi başarıyordu. Ne var ki Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel ekonomi üzerindeki hegemonyası ve Birleşmiş Milletler’in yasal çerçevesi dışında herhangi bir ülkeye ciddi tek taraflı ekonomik yaptırımlar uygulama gücü, İslam Cumhuriyeti’nin üzerine bina edildiği devrimin bazı kurucu esasları ile çelişebilecek şekilde İran’ın ulusal çıkarlarını bir devlet olarak koruyan pragmatik bir formül bağlamında bazı siyasi hareketleri Batı ile ilişkileri düzeltmeye yönelik çalışmalara itti.

ABD Başkanı Donald Trump’ın, İran’ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dönemindeki uzun vadeli nükleer anlaşmayı iptal etmesinden sonra Batı ile ilişkilerin başarıya ulaşma ihtimali düştü. Yaşananlar, İslam Cumhuriyeti’nin Rehberi Seyyid Ali Hamaney'in Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileri sürdürmenin imkansızlığı yönündeki görüşünün sıhhatini doğruladı. Ayrıca Avrupa Birliği ülkelerinin anlaşmayı Amerikan yönetiminden ayrı olarak uygulayamaması, ülke içi siyasi seçeneklerin geniş halk temelinde yeniden düzenlenmesi ve İslam Cumhuriyeti Rehberi’ne doğrudan bağlı kurumlar, yasama, yürütme, yargı, İran Ulusal Güvenlik Konseyi ve Uzmanlar Meclisi arasındaki belirgin uyumun ortasında Seyyid İbrahim Reisi’nin İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak ortaya çıkması için geniş bir alan açtı.

Bu durum Filistin, Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye’deki direniş güçlerine olumlu yansıdı ve böyle bir vasatta Batı Asya’daki Batı’ya ait tüm sistemi sarsan ve artçıları Batı’nın kalbine ulaşan Aksa Tufanı gerçekleşti. Harekâtın, Rusya ve Çin’in temsil ettiği yükselen Asyalı güçlerle daha fazla yakınlaşmaya da etkisi oldu. Bu durum, İran’ın Doğu İttifakı’ndaki rolünü vazgeçilmez bir temel bir unsur olarak güçlendirdi.

Başta Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, İran nükleer projesinin babası Muhsin Fahrizade, Razi Musavi ve Muhammed Rıza Zahidi’nin şehit olması düzleminde bakınca hiç şüphe yok ki İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin, pek mümtaz Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve diğer şehitlerin gidişi büyük bir kayıp. 

Mezkûr isimler, Filistin’i özgürleştirme ve mazlumları destekleme başlığı altında yükselen, devletin kurucu unsurlarına en sadık şahıslardı. Bununla beraber İran’daki siyasi sistemi inşa eden yapı, kayıpların en hızlı şekilde telafi edilmesine olanak sağlıyor ve bu yapı, daha önce zikri geçen devlet kurumları arasındaki dengenin bir sonucu olarak hiçbir tarafın siyasi, ekonomik ve askeri kararları tekeline almasına izin vermiyor.

Devrimin başlangıcından bu yana ortaya çıkan siyasi farklılıklar devrimin yolunu ve hedeflerini değiştirmedi. Seyyid İbrahim Reisi’nin şehadetinden sonra da herhangi bir değişim yaşanmayacak. Bu hakikati idrak etmek için İran’daki siyasi sistemin halk nezdindeki meşruiyetinin, yaşadığı zorlu sınavların üstesinden gelme yeteneğinin ve sistemin kendi içinde yavaş yavaş eridiği yönündeki Batı’nın umutlarının çöküşünün bir ifadesi olan cenaze merasimine iştirak eden milyonluk devasa kalabalığın büyüklüğüne bakmak yeterli. 

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi sonrasında neler yaşanacağına işaret eden çok önemli iki gösterge var. Birincisi, Uzmanlar Meclisi’nin ve devlet kurumlarının hızlıca toplanarak cumhurbaşkanlığı seçimleri ve adaylık başvurularının tarihini belirlemesi. İkincisi ise cenaze törenine ve Devrim Muhafızları ile direniş güçlerinin liderlerinin buluşmasına katılan Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye’yi Devrimin Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in karşılaması. Siyonist varlığın da medyada yer alan itiraflarına göre buluşmanın ardından gerilim Gazze, Cenin ve işgal altındaki kuzey Filistin’de tırmanışa geçti ki bu, Aksa Tufanı’nın ve direniş güçlerinin daha fazla kuvvet bulmasının ve 2000 yılındaki özgürlük hareketinin devamı olarak işgal altındaki Filistin’de Batı rejiminin gün be gün yok olmasının açık bir alametiydi.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.