Gazze Savaşı: Sahnenin Gerçek Görünümü

Buseyna Şaban tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “SAHNENİN GERÇEK GÖRÜNÜMÜ” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

28 Mart 2024
Gazze Savaşı: Sahnenin Gerçek Görünümü

Olup bitenlere dair hüzünler, sıçrayıp öne atılarak diğer tüm duyguların önüne geçmeseydi Güvenlik Konseyi’ndeki karar taslakları, Amerikalı yetkililerin bölgeye ziyaretleri, Arap ve Siyonist taraflarla görüşmeleri, geçici ateşkesler ve başarısız arabuluculuk haberleri neredeyse alay konusu olurdu. Soykırım savaşının ortaya çıkardığı Arap dünyasındaki ve İslam dünyasındaki acizlik, bugün merasız ve çobansız bir sürü gibi görünen, bilmediği bir toprakta ve sonunun nereye vardığı belli olmayan yönlerin karşısında şaşkın bir halde bulunan bu insanların geleceğine dair çeşitli soruları gündeme getiriyor. Çünkü gerçekte yaşananlar, Siyonist Batı medyasının, şehit olanlar ve hayatta kalıp da yerinden edilmiş, aç, hasta, kuşatılmış bir şekilde kendilerini bu topraklardan kazımayı planlayanların ya da onlara destek olanların elinde ölmeyi bekleyen Gazze halkına yönelik bu utanç verici soykırıma neden hiç kimsenin son veremediğine dair sunduğu haberlerden, anlatılardan, bahanelerden ve gerekçelerden tamamen farklıdır. Ortaya koyduğu şey, Siyonist Batı medyasının ilk ve son gayesi mesabesinde. Binaenaleyh suçlularla ve saldırganlarla suç ortaklığından dolayı veya bütün bu zalim güç tarafından korkutulma ve terörize edilmeden ötürü felç olmuş bir dünyanın gözleri önünde ve modern çağda bütün bir halka karşı işlenen en korkunç katliama son verilmesi konusunda ya da ateşkes konusunda ciddi bir konuşma yok.

Netanyahu’nun düşmemek ve hesap vermemek için savaşın devam etmesini istemesi, düşmanın kendi içinde kafa karışıklığı yaşaması ve müzakere yapamaması, ABD’nin seçim yılında olması gibi gerekçeler yüzeysel gerekçeler; konunun kökeniyle ve tüm ülkelerin kanunlarına göre meşru hedef olarak görülemeyen ve hakkında herhangi bir gerekçe asla kabul edilmeyen çocukları, kadınları, sivilleri, hastaları, doktorları, kiliseleri, camileri, üniversiteleri, çeşitli merkezleri ve tüm toplumun yaşamı için gerekli olan altyapıyı hedef alan vahşi uygulamanın sebepleriyle hiçbir alakası yok. Bugün Filistin halkına karşı işlenen iğrenç cürüm, yaşanmış iki dünya savaşında kendisine bir karşılık bulamıyor; yalnızca beyaz adamın, tıpkı siyonistlerin ilk günlerden itibaren Filistinlileri tanımladığı gibi, Amerika’daki ve Avustralya’daki “vahşilere” yani yerli halka karşı yürüttüğü soykırımla karşılaştırılabilir.

Bu soykırım, 7 Ekim’den itibaren Hamas’ın tasfiyesi ve (İsrail’in kendisinin öldürdüğü) esirlerin kurtarılması türünden ileri sürdüğü bahaneler ne olursa olsun gerçekte Batı’nın Irak’ı istila ve işgalinin; Libya’yı, Suriye’yi, Yemen’i ve Sudan’ı çeşitli yol ve yöntemlerle hedef almasının devamıdır ki bu yol ve yöntemlerin hepsinin buluştuğu ve ardındaki esas hedefe işaret eden ve hepsi için çizilen müşterek hedeflere ulaşmak için birden fazla formun icat edildiğini gösteren ortak unsurlar vardır. Herkes için açıktır ki Irak’a karşı yürütülen savaşın temel amacı, elbette petrolün yanı sıra, bölgedeki güç dengelerinde bir değişikliğin habercisi olabilecek bilgi ve özgünlük aşamasına ulaşmış Iraklı akademisyenleri ve düşünürleri avlamaktı. İşgalciler, hiçbir günahları olmadıkları halde bir suikast ve tehcir kampanyasına maruz bıraktılar onları, kütüphaneleri, nüfus dairelerini yaktılar, orduyu ve partileri dağıttılar, mezhep ve etnik çatışmanın tohumlarını ektiler ve öngörülebilir gelecekte dayattıkları bu yeni gerçekliği kimsenin değiştirememesi için büyüttükleri fitnenin köklerini ülkenin anayasasının içine koydular.

Yeni nesle hatırlatmak adına bizim nesle mensup herkesin bildiği bir Arap atasözünü tekrar edelim: “Kahire yazar, Beyrut yayınlar, Bağdat okur.” Çünkü Mısır’da eli zayıflamış olan Osmanlı hakimiyeti sırasında pek çok Arap yazar Mısır’a sığınmış, savaş fitili ateşlenmeden önce Lübnan’da yayınevleri canlanmış, Irak halkı ise Arap dünyasının en önemli okuru ve Irak da Arap yazarlarının ürünlerini sunacağı ana pazar olmuştu.

“Arap Baharı” dedikleri çerçeve içerisinde Libya’ya karşı uygulayacakları planın aynısını Irak’ta kemale erdirdiler ve NATO güçleri bombaladı, yaktı, yıktı ve elbette parayı, altını ve petrolü de yağmaladı. Sonra da Doğu ile Batı arasında ve temel amacı bu ülkeyi zayıf ve parçalanmış, yaralarını iyileştiremeyen, birliğini ve gücünü yeniden toparlayamayan, yeteneklerini halkının ve gelecek nesillerinin yararına olacak biçimde kontrol edemeyen bir yurda dönüştürmek için aynı fitne tohumlarını farklı akımlar ve yönelimler arasına saçtılar. Hâlâ da bu ülkenin kaynaklarının yağmalanmasını sağlamak ve Arap dünyası çerçevesinde tüm Arapların çıkarına etkili olamamasını garanti etmek için bu çatışmaları körüklemeye devam ediyorlar.

Aynı amaçlarla 1973 savaşının ardından işgale ve yerleşime karşı direniş çemberinden çıkarmak için en büyük Arap ülkesiyle normalleşme anlaşmalarına başladılar ve bunu, Oslo Anlaşmaları ve hedefleri savaşların, bombalamaların ve suikastlarınkinden hiç de farklı olmayan; aksine aynı hedeflere ulaştıracak başka başka yollar mesabesindeki buluşlar suretinde diğer Arap ülkeleriyle normalleşme anlaşmaları yaparak tamama erdirdiler. Suriye, Arapçılığın ve Filistin savunmasının kalesi durumuna geldiğinde kendisi için üzerinde çalışılmış, planlanmış ve finanse edilmiş bir terör savaşı hazırladılar. Suriye halkının kararlılığı ve müttefiklerinin yardımıyla topraklarının büyük bir kısmında terörü ortadan kaldırma becerisinden sonra ABD, mezkûr korku ve emniyetsizlik halinin sürmesi, zenginliklerin yağmalanması ve ülkenin bu kara tünelden çıkmasını ve Suriyelilerin kendi elleri ve yetenekleriyle kararlı ve gururlu bir şekilde fiilen yeniden imar aşamasına geçmesini engellemek adına bölgeye giriş yaptı. Bu da Irak ve Libya’da tanık olduğumuz hedeflerin aynısıydı.

Kuzeydoğu ve kuzeybatı Suriye’de olduğu gibi ve özellikle de Gazze Denizi’ndeki gaz sahalarının keşfi ve Filistin’deki bilinen diğer kaynaklar ışığında bu dönemlerden ve ülkelerimizin başına gelenlerden çıkarılacak mantıki sonuç, Filistin’e karşı girişilen imha savaşının, hangi ülkenin topraklarında olursa olsun, Arap dünyasına ait enerjiyi ve kurumları hedef alma; zenginliklerin, toprağın ve bu toprakların geleceğinin kontrolünü sağlama konusunda önemli bir bölümü tamamladığıdır. Dolayısıyla bugün Filistin’de yaşananlar, Amerikan terör savaşlarının veya NATO’nun bölge ülkelerine yönelik savaşlarının devamı niteliğindedir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Arap vatanını yeniden sömürgeleştirme planları kapsamında belirlenen hedeflere ulaşılmadan Siyonist düşmanın ya da onun ABD’deki veya Batı’daki destekçilerinin bu soykırımı durdurmaya hiç mi hiç niyeti yoktur. Bu denklemde eksik olan en önemli şey ise Arapların kendilerinin bunu anlaması ve durdurmak için çalışmasıdır ki bu geçmişte, bugünde ve gelecekte birdir ve bundan uzak duran bir Arap kendisine, ülkesine ve milletine karşı stratejik bir hata yapıyor demektir.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.