Geçtiğimiz yıllarda Arap-İslam coğrafyasında pek çok savaş ve çatışma yaşandı. Bunların çoğu ümmetin yorgun ve kanlı bedeninde derin yaralar açtı, aynı vatanın evlatları arasındaki bölünmeyi ve ayrılığı artırdı ve ümmetin birincil ve merkezi düşmanından (Siyonist varlıktan) uzakta yeni düşmanlar meydana getirdi.
Bazılarının İslami bir renge sahip iç savaşlar olarak nitelendirdiği ya da birçok tarihçinin tanımladığı şekliyle “tekfirci” karakterdeki bu savaşların çoğunda savaşan ve farklı isimlere, birden fazla programa ve çoğunlukla başka başka merkezlere bağlılıkları olan bazı gruplar, yıkıcı iç savaşlara yol açtı, menfur katliamlar ve suçlar işledi ve savaşlarında din ve örfün kabul etmeyeceği nice kirli yol tuttu.
Bu grupların arkasında büyük ülkeler ve imparatorluklar vardı. Büyüklükleri, yüzölçümü, tarih ve uygarlık ya da dünya veya bölgesel düzeyde meydana gelen olaylara etki açısından bir büyüklüğü gerektirmiyordu. Pek çok durumda Arap ve İslam dünyasında etkili bir kamuoyu oluşturmayı başaracak devasa medya kuruluşlarına sahip olmaları yeterliydi. O kadar ki yalan ve uydurmalarıyla ülkeleri ve rejimleri devirmeyi, milyonlarca insanı aldatmayı ve milyonlarca insanın beynini yıkamayı başardılar.
Medyanın yanı sıra, savaşan gruplara destek veren zengin ülkeler de vardı. Bu ülkeler, liderlerinin ve prenslerinin sahip olduğu ve eğlenmek veya parayla, silahla ve şimdi sözünü etmeye gerek olmayan başka şeylerle destekledikleri grupların yaptıklarının bir kısmını unutmak için dünyanın dört bir yanındaki su yollarında dolaştıkları modern yatların taşımakta zorlanacağı kadar para, altın ve gümüşten hazinelere sahipti.
Eli kanlı Amerikan işgalinin acısını çeken Irak’ta bu gruplardan bir kısmı etkindi ve çokça sahip olduğu silahla işgal “ordusuna” karşı koymak yerine öfkesini sade Iraklıların üstüne boşalttı. Binlerce patlayıcı yelek ve bombalı arabayla halka saldırdı. Amerikan Deniz Piyadeleri ve benzerlerinin baskı ve cinayetlerinden kurtulamayan siviller, kendilerini öldüren, katleden, camilerini, pazar yerlerini havaya uçuran ve kadınlarını esir alan başka bir düşmanla karşılaştılar. Ne var ki bu sefer düşman İngilizce değil, Tacikçe, Çeçence, Fransızca gibi diğer dillerin yanı sıra fasih Arapça da konuşuyordu.
Suriye’de, vekalet görevini üstlenenlerin yanı sıra asılların aleni katılımıyla beraber aynı şey tekrarlandı. Arap ülkelerinin ve özellikle Körfez ülkelerinin parmağı, “mü’minlerin emiri” ve maiyetinin parmağı yanında Araplığın ve asaletin dalgalandığı Şam’ın kuzey sınırlarında açıkça görülüyordu. İsrailli, Amerikalı ve daha başka milletlerden istihbarat görevlileriyle beraber Suriyelilere yönelik katliama öncülük eden operasyon odalarının doğrudan denetimiyle binlerce kilometrelik sınır, yüz binlerce Arap ve başka uyruktan savaşçının yanı sıra en iyi ve en modern silah türlerinin kaçakçılığı için geniş koridorlara dönüştürdü.
Başka bir sınıra yakın krallıklardan birinde bir operasyon odası açıldı ve Dera ve çevresinden Şam'a kadar operasyonlar yürüttü. Silahlı grupların yenilgiye uğratılması ve Suriye Devleti ve müttefiklerinin buraların kontrolünü yeniden ele geçirmesinden önce geniş alanların kontrol edilmesinde önemli bir rol oynadı.
Yemen’de de aynı senaryo tekrarlandı. Gruplar, partiler ve liderler aynı sloganları taşıdılar, aynı gerekçeleri kullandılar ve bazı Bedevilerin ön sıralarda yer almasına ve rol kapmasına rağmen aslında Amerikalılar ve İngilizlerin utanmadan ve hayasızca yürüttüğü, kaybedilecek bir savaşa yüz binlerce aldatılmış genci ve aşiret mensubunu attılar.
Lübnan’da, Libya’da, Tunus’ta ve diğer başka yerlerde az önce işaret ettiğimiz gruplara benzer gruplar ortaya çıktı. Bunların hepsi fitne ve iç çatışmaların yaşanmasına katkıda bulundu. Bu da ülkelerin ekonomilerinin yıkılmasına, vatandaşların mezhepsel, etnik ve sosyal olarak bölünmesine ve tüm alanlarda onarılması veya telafi edilmesi -küresel kibri temsil eden devletler buna izin verirse tabii- onlarca yıl alacak kayıplara yol açtı.
Yaklaşık dört ay önce çirkinliği ve şiddetiyle son otuz yılda yapılan savaşların çoğunu aşan ve bu makalenin yazıldığı ana kadar çok büyük insani ve maddi kayıplara, binlerce konutun, ticari ve endüstriyel tesisin yıkılmasına ve tüm sağlık, eğitim ve hizmet kurumlarının neredeyse tamamen kapatılmasına yol açan İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki savaşı başladığında “tekfirci grupların” suçlarını ve katliamlarını temize çıkaran ve meşrulaştıran güdümlü medya tarafından yeniden programlanan birçok kişi, bu grupların felakete uğramış Gazze Şeridi’nin yardımına koşacağını, kılıçlarını kınından çıkaracağını, savaşçılarını toplayacağını, cemaatlerini seferber edeceğini ve büyük akınını cinayet ve terör devleti “İsrail”e karşı yürüteceğini düşündü. Özellikle de bu grupların bir kısmı, Suriye ve Lübnan gibi kuşatma ülkelerindeki saldırılarını, Filistin’in kurtuluşunun bir başlangıcı olarak meşrulaştırdığı ve sık sık “Filistin’in kurtuluşu Beyrut’un güneyinden veya Suriye’nin başkenti Şam’dan geçer” gibi sloganlar atmışken… Ancak bu gerçekleşmedi ve yıkıma uğramış Gazze Şeridi’nin sakinleri onlardan herhangi bir destek veya yardım görmedi. Aksine onlarda, tüm ağzı olanlara sirayet eden tam bir suskunluk ve herkesin elini kolunu bağlayan açık bir acizlikle karşılaştılar. Hatta bazı Arap rejimlerinin yaptığına benzer şekilde, red ve yadsıma yoluyla olsun asgari seviyedeki dayanışmanın bile bu gruplardan gelmediğine şahit oldular.
Tam da bu noktada fitne ateşini yakan yüzlerce sayfa; iç savaşları tetikleyen ve kabile, mezhep ve etnik eğilimleri yeniden canlandıran binlerce gerçek ve hayali hesap yoluyla henüz kimsenin sormadığı ve ele almadığı pek çok soru akla geliyor. Şöyle ki gece gündüz çığlıklar, feryatlar, yalanlar ve uydurmalarla ekranları dolduran bu grupların sözcülerini veya liderlerini kuşatma altındaki Gazze Şeridi’nde olup bitenler hakkında konuşurken ne duyduk ne de gördük.
Milyonlarca aldatılan ve yanıltılan insanın takip ettiği ünlü medya platformları nereye gitti?
Yalan, ikiyüzlülük ve kurbanlara ağıt propagandasıyla dünyayı ağlatan ünlü sanatçılar ve şarkıcılar nereye gitti?
“Mazlumları” desteklemek adına öne atılan ve savaşmak, desteklemek, para ve can feda etmek ve hatta evlilik cihadını caiz kılmak için fetvalar veren davetçiler, şeyhler ve alimlere ne oldu?
Yabancılara ve işgalcilere karşı tam da bir engel oluşturacakken bu cemaatların emniyette ve güvende olan sivillerin evlerini yok eden, yüz binlerce insanı öldürüp yaralayan, şehirleri ve kasabaları yerle bir eden topları ve füzeleri nereye gitti?
Ölümden veya öldürülmekten korkmayan, güzel hurilerin sevinciyle savaşa giden “istişhad eylemcileri” ve “cihat söyleminin derinliklerine dalanlar” şimdi nerede?
Bütün bu insanlar nerede? Gazze halkı ve Gazze direnişi mevzubahis olunca onların müridleri, destekçileri ve yardımcıları nerede? Evet, bu insanlar, gece gündüz Yahudileştirme eylemlerine maruz kalan ve aylardır halkının orada namaz kılmaları engellenen Mescid-i Aksa’ya destek verme konusunda neredeler? Oraya işaret eden pusulayı mı kaybettiler? Yoksa Amerika’ya vekalet edenlerden kendilerine akan yasadışı parayı toplarken Aksa’yı unuttular mı? Sınırların kapatılması nedeniyle Gazze’ye, Kudüs’e ulaşamadılar mı dersin? Ya da İsrail hastanelerindeki tedavileri sırasında aldıkları ilaçlar nedeniyle akli melekelerinin zaafiyete uğradığını mı düşünüyorsunuz?
Sevgili Gazze’de bombalama, katliam, acı ve yerinden edilmeler yaşayan insanların aklına pek çok soru geliyor. Gazze’dekilerin, saldırıları sona erdirecek, savaşı durduracak ve birçok acı ve elemi dindirecek hızlı bir zaferi ümit ettikleri bir sırada gerçekten ne olup bittiğine dair her gün onlardan duyduğumuz onlarca soru var.
Mezkûr grupların ve onları destekleyenlerin büyük çoğunluğunun Amerika ve “İsrail”in ürünü olduğundan ve eğer öyle değilse bile en azından ümmetin düşmanı olduklarından te’vil götürmez bir şekilde emindik ve hâlâ da eminiz. Zira bölgedeki her türlü direniş sesinin bastırılması ve sömürgeciliği ve işgali reddeden, onunla yüzleşmenin ve direnmenin gerekliliğine inanan her özgür ve gururlu ruhun öldürülmesi amacı etrafında küresel sömürgeci güçlerle bir araya geldiler.
Çatışmaların ilk gününden itibaren Lübnan, Suriye, Yemen, Irak ve İran’daki ümmetin hür fertlerinin bu gruplarla yüzleştiğine, onları mağlup ettiğine ve onların yayılmasına ve bölgedeki pek çok ülkeye hâkim olmasına engel olduğuna inandık ve hâlâ da inanıyoruz. Gazze’yi desteklemek için öne atılacak ve onun yenilgisini ya da belinin kırılmasını önlemek için çok değerli ve kıymetli şeyleri feda edecek olanlar da işte yine bu hür insanlar olacak.
Bu karşılaşmanın kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşeceğine hiç şüphemiz yoktu ve öyle de oldu! Bu onurlu ve direnişçi eksen, antlaşmasına vefalıydı ve hâlâ da vefalı. Bölgedeki halklardan kendisine karşı çıkan, kötü muamelede bulunan ve kendisini suçlayanların bile çıkarlarını gözetme noktasında sadıktı ve hâlâ da sadık. Kimseden teşekkür beklemez, kimseden yardım istemez. Elinden geldiğince üzerine düşeni yerine getirir. Çıplak avuçlarıyla Amerika’nın, İsrail’in ve onlarla sarmaş dolaş olanların karşısında durur.
Direnen bu eksen bizden, tüm Filistin halkından ve tüm ümmetten bütün bir sevgiyi, saygıyı ve takdiri hak ediyor. Çünkü her zaman inşa ve ıslah beklenen taraf oldular. Gazze’yi yalnız bırakanlara ve onu köle pazarında birkaç dirhem karşılığında satanlara gelince, onların elinde yaşamları boyunca ve yok olduktan sonra da lanetten başka bir şey kalmayacak.
Gazze, Filistin ve ümmet Allah’ın yardım ve desteğiyle savaşan kalelerinden birinin yıkılmasını ve sömürgeciliğin mızrak ucunun “İsrail” denilen bölgede ilerlemesini önleyen şerefli eksenine minnettar kalacaktır. Hiç şüphe yok ki bu eksen, tüm sömürgeci güçler bölgemizden geri dönemeyecekleri bir şekilde uzaklaştırılıncaya kadar yollarına devam edecektir. İşte o gün mü’minler Allah’ın yardımıyla sevinir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA