35 gündür Gazze’ye yönelik İsrail kara savaşı devam ediyor ve İsrail ordusu, kendisine askeri, ekonomik ve psikolojik açılardan her gün büyük kayıplara mal olan saldırının ivmesini azaltabilecek, dünyaya ve İsrail kamuoyuna sunabileceği taktiksel bir başarı bile elde edemedi.
Ateşkesin sona ermesinden bu yana direniş, İsrail ordusuna sahadan gelen sonuçlara göre her gün yeni bir plan yapmayı dayattı. Bu da İsrail ordusunun ateş ve saldırı manevralarını, planlarının değil, direniş savaşının belirlediği anlamına geliyor. Aynı zamanda bu, düşmanın saha istihbarat verilerindeki büyük zayıflığının ve düşmanın stratejik olarak değil, taktiksel olarak savaştığının delilidir.
Direniş şimdi öncelik avantajına sahip, çünkü manevraları İsrail ordusunun manevralarından önce geliyor ve İsrail ordusunun onu tuzağa düşürmesine ve direniş yapılarını açığa çıkarmasına izin vermiyor.
Geçtiğimiz beş gün boyunca, İsrail ordusu güney cephesinde bir dizi hassas eksende savaştı. Direnişin hazırlıklarını açığa çıkaran, test eden ve ortaya koyan bir çatışmaydı. Ancak direniş, düşmanın çekilmesini istediği yere çekilmedi ve onun tuzağına düşmedi. Sahaya ve sahanın birincil ve ikincil savaş hatlarına ilişkin anlayış ve bilgisine göre hareket etti; bu da gücünü büyük ölçüde tasarruf etmesine ve hazırlıklarını açığa vurma riskine girmemesine olanak tanıdı.
Sahadaki durum, başarıyı, özellikle de stratejik başarıyı toplayan bir durumdur. Bu, aşağıdaki şekilde düzenlenebilecek kesin bir açıklama gerektirir:
- – Taktiksel açıdan:
Ateşkesin sona ermesinden bu yana direniş, İsrail ordusuna sahadan gelen sonuçlar ve değişen planlara göre her gün yeni bir planlama yapmayı dayattı. Bu, direnişin artık İsrail ordusunun planlarına göre değil, kendi planlarına göre ateş ve saldırı manevraları belirlediği anlamına geliyor. Aynı zamanda bu, düşmanın saha istihbarat verilerindeki büyük zayıflığının ve düşmanın stratejik olarak değil, taktiksel olarak savaştığının delilidir.
- – Stratejik açıdan:
Bu, kendinden önceki tüm denklemleri silip süpüren bir tufandır. Aksa Tufanı’yla ortaya çıkan zeminde çatışma, caydırıcılık ve zafer denklemi baştan aşağı değişti. Bu nedenle, herhangi bir yaklaşım tufandan öncesine değil, tufandan sonrasına dayanmalıdır.
Bu operasyon, bu alçak varlığın bir “devlet” değil bir çete olduğunu kanıtlamıştır. Bu yapının Gazze’de, Batı Şeria’da, Lübnan’da ve Suriye’de yaptığı ve yapmakta olduğu her şey bir devletin değil, bir çetenin eylemleridir.
Bu operasyon, Ben-Gurion’un savaşçılar toplumu olarak tanımladığı toplumla aynı toplum olarak gördüğü, varlığın iki temel direğinden biri olan orduda büyük bir çöküş sağladı.
Operasyon ilk saatlerinden itibaren ikinci ayağı, Amerika’yı ve tüm Batı kolektif sistemini, filoları kurtarmak ve düşmekten korumak için aceleyle ve benzeri görülmemiş bir filo seferberliğiyle harekete geçirdi.
Filistin ve Lübnan’da daha önce yaşanan çatışmalara ek olarak Aksa Tufanı operasyonu da bu varlığın çöküşüne önemli bir katkıdır. Hakkında hiçbir şüphe bulunmayan ilahi vaadi doğrulayan göstergeler ve stratejik faktörlerle bu Siyonist rejim yok olmanın eşiğindedir.
İki temel faktörün, içinde bulunduğumuz aşamanın ve gelecek günlerin temellerini oluşturduğunu net bir şekilde görmekteyiz:
Birincisi: Siyonist rejim, açık ve net bir şekilde kuruluş amacını yitirmiştir. 2000 yılından sonra ve İsrail ordusunun Lübnan’dan çekilmesinden bu yana, Siyonist rejim hiçbir savaşı kazanamadı ve iç bölgelere çekildi, dolayısıyla misyonu çevreyi caydırmaktan kendi iç cephesini savunmaya kaydı.
İkincisi: Filistin’den tersine göçün hızlanması.
İşgalci rejimin her yönden ateşle kuşatılmış bir coğrafyaya dönüşmesi nedeniyle, Temmuz 2006 çatışmasından sonra başlayan tersine göç artmıştır. Ben buna Temmuz saldırısı değil, Temmuz çatışması diyorum; çünkü o dönemde, her ne kadar göreceli ve simetrik olmasa da, saldırılara karşılık veremiyorduk. Ancak bu durum, Siyonist varlığın liderliğinin kesin bir yenilgisi ve sefil bir başarısızlığı karşılığında, direniş topluluğunu daha uyumlu bir blok haline getiren ve direnişin liderliğine ve yeteneklerine daha fazla güvenen büyük bir olumlu sonuç getirdi.
İsrail İstatistik Merkezi’ne göre 2007’den 2019’un sonuna kadar bir milyon yüz bin Siyonist, Vaat Edilmiş Topraklar’ın, artık barış, refah ve güvenlik ülkesi olmadığını düşündükleri için göç etti.
İsrail ordusunun Lübnan’ı terk etmesinden bu yana geçen 23 yıl boyunca direniş her geçen gün gücünü artırıyor ve deneyimlerine yenilerini ekliyor.
En önemlisi de Siyonist varlığın her yönden ateş çemberiyle kuşatılmış bir coğrafyaya dönüşmesi ve bunun da üzerine kurulduğu fikrin kökenini, yani Filistin’e göçü yok etmesidir.
Pek çok yerleşimcinin gözünde “vaat edilmiş” topraklar artık ne vaat edilmiş topraklar, ne barış toprakları ne de refah topraklarıdır, öyleyse neden içinde yaşamaya devam etsinler?
Kudüs Haber Ajansı - KHA