Suud-Hizbullah Görüşmeye Mi Hazırlanıyor?

Nicola Nasif tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “ÜÇÜNCÜ BİR TARAF ARACILIĞIYLA RİYAD VE HİZBULLAH ARASINDA BİR DİYALOG KAPISI MI ARALANIYOR?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

04 Mayıs 2023
Suud-Hizbullah Görüşmeye Mi Hazırlanıyor?

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ziyareti hakkında söylenenlerin ötesinde, daha önemli olan şeyler var. Abdullahiyan’ın birden fazla ziyaretinde de dile getirdiği gibi, hükümetinin Lübnan’a, ordusuna ve direnişine destek verdiğini ve çeşitli hayati sektörlerde yardım sağlamaya istekli olduğunu belirtti.

Beyrut dahil birden çok başkentte İranlı bakanın ziyareti hakkında konuşulanlara bakılınca, söylenmeyenlerin söylenenlerden daha ehemmiyetli olduğu ortadadır. Bu konu resmi görüşmelerde değil, Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın önceki gün Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ile yaptığı açıklanan görüşmede gündeme geldi.

Ziyaretin zamanlamasına yönelik ilginin içeriği, bir Avrupa başkentinden Lübnanlı yetkililere ulaşan ve bir “Suudi yetkiliye” dayandırılan, Krallığın İran’dan başlayarak Suriye’ye, Devlet Başkanı Beşar Esad rejimine ve “yakında” Hizbullah’a kadar uzanan bir diyalog başlatma bilgisiydi. Beyrut’taki resmi olmayan bilgiler de bunu destekliyor ve “diyalog hattının üçüncü bir taraf aracılığıyla açıldığını ya da açılmak üzere olduğunu” belirterek ayrıntılar hakkında ihtiyatlı bir şekilde konuşuyor.

Bu diyalog, 4 Ocak 2007’de Kral Abdullah’ın Lübnan’dan gelen Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım ve Hizbullah’ın temsilcilerinden Muhammed Fneyş’i kabul ettiği bölgesel olarak olağanüstü bir anda gerçekleşen ilk teması hatırlattı. Bunun ardından iletişim kesilmiş ve Hizbullah’ın Suriye savaşına müdahalesiyle doruk noktasına ulaşan uzun süreli bir medya savaşına gidilmişti.

Bu çaba başarılı olsun ya da olmasın, Riyad’ın Arap liderliğini ortaya koyma yolunda bölgesel ilişkilerini yeniden düzenlediği yeni aşamayı yansıtıyor. 1963-1975 yılları arasındaki Kral Faysal’ın görev süresi dışında, Yemen’den Lübnan’a ve oradan da Amerika’ya kadar, bu kadar büyük bir ivme ve ilan edilmiş ya da edilmemiş meydan okumalar ve çatışmalar daha önce görülmemişti. Suudi’nin aldığı en yüksek not ve ödediği ağır bedel ise 1973’teki Arap-İsrail savaşı sırasında petrol silahını kullanması olmuştu.

İranlı ziyaretçi, Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda, kendisine başvuran ve hükümetinden yardım isteyenlere Lübnan’ın içişlerine karışmayacağını yineledi. Kamuoyuna açıklanmayan, ancak Tahran’da ve Şam’da defalarca duyulan diğer husus ise, Lübnan meselesiyle şu ya da bu şekilde ilgilenen her iki başkentin de Lübnan dosyasının – cumhurbaşkanlığı da dahil olmak üzere – tek referans olarak Hizbullah’ın ve özellikle de Genel Sekreterinin elinde olduğunu defalarca teyit etmiş olmasıdır. Şii ikilinin adayı eski milletvekili Süleyman Frenciye’nin Esad'dan Nasrallah'la işbirliği yapmaya çağıran aynı sözleri duymasının üzerinden günler geçmemişti. Geçmişte, geçici başbakan Necib Mikati, 21 Eylül’de New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun oturum aralarında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile görüştüğünde aynı ifadeyi duymuş ve o zamanki yaklaşan görevi yerine getirme konusunda kendisinden yardımcı olmasını istemişti. O zamanlar Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresi sona ermemiş ve bir boşluk oluşmamış olmasına rağmen böyle bir yardım istemişti. İbrahim Reisi ise Mikati’ye, İran hükümetinin Lübnan’ın işlerine karışmayacağını bildirmişti. Bu, İran’ın hesaplarında cumhurbaşkanı seçiminde müzakere edilecek doğru yerin Hizbullah olduğunu gösteren üstü kapalı bir işarettir.

Son dönüşümleri zorlayan ve bölgedeki tüm sıcaklığı yeniden alevlendiren ilk olumsuz ifade olarak Sudan patlamasını saymazsak bölgede dolaşan olumlu sinyaller, Lübnan'ın müzakere masasında olmadığını veya en iyi ihtimalle dosyasının Yemen ve Suriye gibi Suudi Arabistan ve İran arasındaki Pekin anlaşmasından önceki açık dosyalarla eşit şekilde görülmediğini gösteriyor.

Böylece, cumhurbaşkanlığı çıkmazı çeşitli nedenlerle bilinmeyen bir süre daha devam edecektir. Bu nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:

  1. Şii ikilinin güçlü desteğini arkasına almış olan Franciye’nin bu hafta Suudi krallığına ve Hıristiyan muhaliflerine gönderdiği güvence mesajlarına rağmen, rakipleri de azımsanmayacak güçtedir. Riyad’ın onun seçilmesi konusunda net bir tavır takınmaması ve Fransa’nın hayal ve kuruntular arasında bocalaması karşıtlarının bu gücünü göstermektedir. Franciye'nin seçilmesine karşı çıkan Hıristiyan bloklar da onun seçilmesini engellemede bu iki partiden daha az etkili değildir. Cibran Basil ve Samir Ca’ca’nın blokları, Franciye’yi reddetme konusundaki kararlılıklarından geri adım atmıyor. İlki (Cibran Basil) anlaşmazlıkta zorlu bir mesafe kat ederken ve belki de bu ret kararında ısrar ederek Hizbullah’la arayı açarken, ikincisinin (Samir Ca’ca) sonunda el-Zeğretavi'yle anlaşabileceği anlaşılırsa krallıkla görüş ayrılığından öteye gitmesi zor olmayacaktır. En azından şu ana kadar içeride güç dengelerini alt üst etmeye hazır değil ve dışarıda da böyle bir seçeneğe meyilli görünmüyor. Riyad’ın Franciye’ye karşı olduğunu söylememesi, Saib Selim’in onun yanında olduğu ya da yakında yanında olacağı anlamına gelmiyor.
  2. Franciye’nin verdiği güvenceler, mevcut gerçeklere şansını arttıracak bir şey eklemedi; zaten bu gerçekler de onun bu pozisyona ulaşmasını sağlamadı. Şii ikilisi ve müttefiklerinin en güçlü adayları ne mutlak çoğunluğa sahip, ne seçimi zorlayacak üçte ikiye sahip, ne de rakipleri bunlardan herhangi birine sahip. Riyad’ın Sünni sandalyelerin yarısına sahip olması, seçim oturumunun üçte iki çoğunlukla yapılmasını belirleyen bir faktör olmaması için yeterli bir sebeptir. İstatistiklere ilgi duyan taraflar arasında en zayıf olanı Paris’tir. Parlamentoda tek bir sandalyesi olmadığı gibi bir bloğu kazanacak güce de sahip değil. Lübnan’ı gecekondu mahallelerinden çıkarma kampanyasının lideri gibi görünse de, canavarlar ormanında sıkışıp kalmış savunmasız bir taraftır. Sadece ABD’nin iç denkleme katılması, Şii ikilisini anlamaları veya göz ardı etmeleri, en az 86 milletvekilini salona getirir.
  3. Suudi Arabistan ve İran’ın bölgedeki dosyaları birbirinden ayrı olarak ele aldığı doğruysa, siyasi ve mezhepsel yönleriyle mevcut Lübnan sorunu, Yemen’de başlayanlara Lübnan’da olması gerekenlerle birlikte yaklaşmayı gerektiriyor: İran, Husiler olmadan Yemen’i Suudi’ye vermez ve Lübnan'da Hristiyanlardan bağımsız olarak hareket edemez. Bu denklem, gerçekçi ve bağlayıcı boyutların karşılıklı olarak tanınmasının teyidinden başka bir şey değildir: Husilerin Yemen için yeni bir sistemin inşasında ortaklar olarak tanınması ve Krallık ile müzakere etmeleri gereklidir. Aynı şekilde Lübnanlı Hıristiyanların, özellikle devlet başkanlığındaki konumları, rolleri ve seçimleri olmak üzere, Lübnan sisteminin gerçek ortakları olması gereklidir. Çünkü Yemen’in istikrarı Husiler için gerçek bir ortaklık gerektiriyor, Lübnan’ın istikrarı için de Hristiyanlar için gerçek bir ortaklığı tanımaktan geçiyor.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.