Son birkaç gündeki gelişmelerin kanıtladığı ve uluslararası analistlerin ve bizzat İsraillilerin de kabul ettiği gibi, Lübnan'ın güneyinden işgal altındaki topraklara yapılan roket atışları, Hizbullah ile İsrail rejimi arasındaki karmaşık askeri ve güvenlik denklemlerinin yeni bir sayfasını ortaya çıkardı ve öyle ki Lübnan hareketinin Tel Aviv'e yönelik askeri caydırıcılığının yeni bir safhasının başlamasından söz etmemiz gerekiyor.
İşgal altındaki topraklara birkaç roket atıldıktan ve bir dizi vatandaşın yaralanmasından sonra, yerleşimciler Netenyahu hükümetinin son üç ay içinde direniş gruplarına kararlı bir yanıt vermesini bekliyorlardı. Ancak Netanyahu’nun tüm yaptığı, bir dizi havan topu ve roket fırlatmaktan ibaretti.
İsrailli yetkililer Lübnan'dan gelebilecek her türlü saldırıya cevap vereceklerini iddia etseler de, Netanyahu'nun Hizbullah'tan operasyonu durdurma talebi, Tel Aviv'in Hizbullah ile çatışmaya giremeyecek kadar zayıf olduğunu gösterdi. Hizbullah yetkilileri perşembe günkü operasyonun sorumluluğunu üstlenmemiş olsalar da, Lübnan'dan herhangi bir saldırının Hizbullah'ın koordinasyonu olmadan gerçekleştirilmediği kesin ve İsrailli yetkililer bunu çok iyi anlıyorlar.
Hizbullah karşısında caydırıcılığı kaybetmek
Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililerin her zaman çeşitli cephelerde savaşma kabiliyetleriyle övünmelerine rağmen, Lübnan topraklarından gelen son saldırılara verdikleri tepkiler, koşulların artık değiştiğini ve bölgesel gelişmelerin geleceğini belirleyenin direniş grupları olduğunu gösteriyor.
Hizbullah ve İsrail ordusu 2006'dan beri ateşkes durumundaydı, ancak bu süre zarfında direniş hareketi askeri yeteneklerini geliştirmeyi başardı ve İsrail’e karşı askeri anlamda caydırıcılık sağladı. Şu anda Hizbullah'ın binlerce insansız hava aracı ve füzesinin yanı sıra Suriye savaşlarında becerilerini geliştiren eğitimli ve deneyimli muharebe güçleri var ve ihtiyaç duyulduğunda hepsi işgal altındaki toprakları hedef almak için kullanılabilir.
Hizbullah'ın caydırıcı gücü bir sır değil ve İsrailliler bu gerçeği kabul ediyor. Eski İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, geçtiğimiz günlerde Netanyahu'nun hala zayıf olduğunu ve İsrail'in Hizbullah'a karşı caydırıcılığının azaldığını itiraf etti. Times of Israel gazetesi bir haberinde, Netanyahu'nun kabinedeki bakanlarına, Tel Aviv'in filizlenen iç çatışmaların ortasında Hamas ve Hizbullah ile çatışmaya sürüklenemeyeceğini vurguladığını aktardı. Netanyahu, Tel Aviv'in daha büyük çaplı çatışmalara adım atmaktan kaçınması ve birleşik bir cephe sunması gerektiğini söyledi.
Raporlar, roket ateşini takip eden kabinenin güvenlik toplantısında, İsrail Ordusu Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'nin Hizbullah'a karşı bir tırmanışa karşı olduğunu ve Hizbullah'ı denklemin dışında tutmanın İsrail'in çıkarına olduğunu ve yanıtın Hamas'a odaklanması gerektiğini söylediğini bildirdi. İsrail'in sadece güney Lübnan'daki Hamas'a ait mevzileri hedef almasının ve Hizbullah mevzilerini vurmaya cesaret edememesinin nedeni buydu.
Tel Aviv'deki üst düzey yetkililerin bu tür açıklamaları, İsraillilerin Hizbullah'a cevap vermekten çok uzak olduğunu ve Netanyahu'nun Lübnan direnişinin füze saldırılarına yanıt verme iddiasının yalnızca yerli kamuoyunu avutmak için olduğunu gösteriyor.
Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah da dahil olmak üzere Hizbullah yetkilileri, İsrail hükümetini herhangi bir saldırıya kararlı bir şekilde yanıt verecekleri konusunda uyardı ve bu da İsrailliler arasında korku yarattı. İsrail medyası ve yetkilileri, Seyyid Nasrallah'ın verdiği sözleri yerine getireceğini ve bu amaçla ihtiyatlı davrandıklarını kabul ediyor. Yeni bir savaşın başlaması durumunda, bu kez işgal altındaki tüm toprakların Hizbullah'ın füze yağmuru altında kalacağını biliyorlar.
İsrailli güvenlik yetkilileri son yıllarda defalarca İsrail ve Hizbullah'ın yeniden çatışması durumunda işgal altındaki topraklara her gün binlerce füze atılacağını itiraf etti. Aslında, Tel Aviv'i son 17 yılda Hizbullah'a karşı yeni bir savaş yürütmekten alıkoyan şey, Hizbullah'ın düşmanına karşı inşa ettiği caydırıcılıktır.
Öte yandan, füze ve insansız hava aracı gücüne ek olarak, Hizbullah güçleri Suriye savaşında, gelecekteki çatışmalarda işgal güçlerine ölümcül darbeler indirebilecek çok fazla askeri deneyim kazandı. İsrailli yetkililer daha önce Suriye krizinin sona ermesine izin vermemeleri gerektiği konusunda uyarmışlardı, çünkü Lübnanlı direniş savaşçılarının geri dönüşüyle işgal altındaki topraklara yönelik tehditler artacak ve olası herhangi bir çatışmada İsrailliler koşulları başa çıkmakta zorlanacaklardı.
İsrail'in zayıflığının ordu ve halk üzerindeki psikolojik etkileri
İsrail'in sertlik yanlısı kabinesinin Hizbullah karşısındaki çaresizliğinin işgal altındaki topraklarda psikolojik etkileri var. Netenyahu'nun kabinesinin en büyük düşman olan Hizbullah'a karşı aşırı yetersizliği, İsrail vatandaşlarının can ve mal güvenliğinden korkmalarına neden oluyor, çünkü savunma konusunda iddialı liderlerine artık güvenemiyorlar.
Son on yılda, Gazze direniş gruplarıyla art arda gelen savaşlar nedeniyle yüz binlerce insan işgal altındaki topraklardan göç etti ve bu konu Tel Aviv yetkililerini uyarıyor. Bu nedenle, hükümetin ve ordunun işgal altındaki toprakların güvenliğini Hizbullah'a karşı korumadaki zayıflığı, İsraillilerin yüzde 90'ının işgal altındaki topraklardan göç etmeyi düşündüğünü söylediği bir zamanda tersine göçü hızlandıracaktır. Geçtiğimiz on yıllarda, Yahudiler güvenlik ve birleşik bir devletin kurulması için işgal altındaki topraklara göç ettiler ve barış olmazsa ülkelerine geri kaçacaklar.
Ayrıca, göreceli güvenlik ve ağır silahlı ordunun gölgesinde işgal altındaki topraklara milyarlarca dolar yatırım yapan Yahudi kapitalistler, Tel Aviv'in direniş gruplarına, üstüne Hizbullah'a karşı zayıflık belirtilerinin ortaya çıkmasıyla sermayelerini İsrail rejiminden çekeceklerdir. Yatırım verilerine göre, son üç ayda, protestolar ortaya çıktıkça İsrail ekonomisinden 80 milyar dolardan fazla yatırımın kaçması ve 255 Yahudi yatırımcının da protestoların devam etmesi ve radikallerin kabineyi kontrol etmeye devam etmesi durumunda on milyarlarca doları yurtdışına aktaracaklarını söylemesi dikkat çekicidir. Bu nedenle, işgal altındaki topraklardan sermaye çıkışı ve tersine göç, İsrail rejiminin düşüşünü hızlandıracaktır; bunun işaretleri son aylarda ortaya çıkmaya başladı.
Ayrıca, İsrail'in Hizbullah'a karşı caydırıcılığını kaybettiğini kabul etmesi, kaçınılmaz olarak ordu güçleri üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor. İsrailli askeri komutanlar şimdiye kadar İsrail'in politikacıları tarafından övülmeye dayanarak Batı Asya'nın en büyük askeri gücü olduğunu iddia ettiler, ancak şimdi kendilerini zayıf hissediyorlar ve bu da birliklerin moralini kolektif olarak zayıflatabilir.
İsrailliler geçmişte yenilmez hissettikleri için savaşlara girdiler, ancak bundan sonra birçok vatandaş orduya katılmaktan kaçınacaktır; çünkü Hizbullah karşısında hayal kırıklığına uğradılar. Geçtiğimiz birkaç hafta boyunca, birçok asker ve subay aşırı sağcı liderlerin politikalarına karşı ayaklandı ve hatta kışlayı terk etti.
İsrailliler için güvenlik bir ölüm kalım meselesidir ve bir şekilde varoluşsaldır ve eğer savunma ve güvenliklerinin çöktüğüne karar verirlerse, kendilerini erken kaybedenler olarak görecekleri ve Hizbullah ile bir savaşa girmenin İsrail’in yok oluşuna sebep olacağı için orduda hizmet etme motivasyonunu kaybederler.
İsrail rejimi siyasi bir kriz ve toplumsal bir uçurumla boğuşuyor ve Hizbullah ile bir çatışma durumunda eşiğe yaklaşacak ve belki de ölmekte olan bedenine son darbeyi, 80. Yıldönümü kutlamalarını bir rüyadan ibaret kılacak olan direniş vuracak.
Kudüs Haber Ajansı - KHA