Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ı, ABD’nin Lübnan’ı vurması veya ülkeyi kaosa sürüklemesi halinde, direnişin İsrail düşmanına silah doğrultarak karşılık vereceği hususunda ABD'yi tehdit etme noktasına kadar çıtayı yükseltmeye iten nedir?
Hizbullah ve bizzat Seyyid Nasrallah’ın uzun zamana yayılan tecrübesini göz önünde bulundurduğumuzda, Nasrallah’ın son yaptığı vurgulu konuşması, Hizbullah'ın artık yüksek derecede bir tehlike sezdiğini ve içeride patlamaya yol açabilecek göstergeler hakkında çok sayıda operasyonel veriye sahip olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu göstergeler açıklığa kavuşturulup diğer verilerle birleştirildiğinde, ABD’nin Lübnan’ı kapsamlı bir kaosa sürükleme planıyla Hizbullah cephesinde bir iç karışıklık yaratmayı, bunun sonucunda da Hizbullah’tan bazı tavizler koparmayı hedeflediği ortaya çıkıyor. Buna göre Hizbullah, sadece Ordu Komutanı General Joseph Avn'un cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle sınırlı kalmayan, aynı zamanda bir sonraki hükümetin yapısı ve ekonomik ve mali reformlarla ilgili dış taleplerin yerine getirilmesi konusunda Hizbullah’a boyun eğdirme hedefleniyor.
Kaos ve kriz söz konusu olunca bunun çeşitli alanlarda kendini gösterdiği herkesçe malumdur. Bugün Lübnan, her türlü hükümet politikasının yokluğunda, ekonomik düzeyde olduğu kadar devletin kurumsal durumu düzeyinde de bir kaosun içindedir. Bununla birlikte, mevcut kaos düzeyi, kurumların çöküşüyle değil, kurumların sendelemesiyle sınırlı kalıyor. ABD’nin ülkeyi finansal ve geçim kaynakları açısından bir çatışmaya itmeye karar vermesi durumunda ise beklendiği gibi kurumlar çökecek, devletten geriye yalnızca orduda temsil edilen yarı örgütlü güçler ve iç güvenlik güçleri kalacaktır. Çöken kurumlar ve oluşan kaosla birlikte bir güvenlik sorunu ortaya çıkacak. Böyle bir durum, güvenlik ve askeri güçlerin müdahalesini gerektirecek. Bu da General Avn'un cumhurbaşkanı seçilmesini zorla da olsa herkesin kabul etmesinin yolunu açacaktır.
Gerçekte olan şey, iç krizdeki dış tutumun baskıya doğru yeni bir adım atmasıdır. Geçen Pazartesi günü gerçekleşen Paris’teki beşli toplantıda Amerikan tarafının, yeni cumhurbaşkanını seçmeleri için Lübnan güçleri üzerinde yeni bir baskı uygulama ihtiyacı konusunda mevcut taraflarla anlaştığı ortaya çıktı. Suudi tarafı, Doha’nın da desteğiyle Hizbullah’ın adayı olarak gördüğü Süleyman Frenciye’yi veto etti. Bu da herkesi Ordu Komutanı seçeneğine geri döndürdü. Fakat burada ortaya çıkan ihtilaf Lübnan'a baskı uygulama yöntemiyle ilgiliydi.
Suudi ve Katar tarafı, sonuç bildirgesinde uluslararası toplumun yeni cumhurbaşkanının seçilmesini engelleyenlere yaptırım uygulayacağına dair net bir ibare yer almasını talep etti. Bu talep Fransa tarafından reddedilirken, ABD bu konuda sessiz kaldı. Mısır ise yaptırım tehdidinin Lübnanlıların iç işlerine müdahale olarak görünebileceği ve seçimleri aksatabilip büyük güçleri kışkırtacağı gerekçesini öne sürerek, açıklamada “yaptırım” kelimesi yerine “sonuç” kelimesinin kullanılmasını önerdi. Ne var ki, daha yumuşak bir ifade olduğu gerekçesiyle önerilen “sonuç” kelimesi kullanılmayıp “yaptırım” ifadesiyle devam edildi. Bu ifade, beş ülkenin diplomatik temsilcilerinin Lübnan Parlamentosu Başkanı Nebih Berri, Başbakan Necib Mikati ve Dışişleri Bakanı Abdullah Bu Habib ile yaptığı görüşmelerde açık bir şekilde kullanılmış, büyükelçilerin ve siyasilerin şahsi yazışmalarında da yer almıştı.
Mali yardım konusuna değinecek olursak, Suudi tarafı, Fransa’yla birlikte oluşturulan fon dışında tek kuruş harcamayacağını vurgularken, ABD ve Katar ise hazır kalmalarını sağlamak için desteklerinin güvenlik ve askeri güçlerle sınırlı olacağını belirtti.
Paris toplantısı gerçekleşmeden önce, Washington ve Paris, Lübnanlı yetkilileri siyasi olmayan alanlarda azarlama uğraşına koyuldu. Bu doğrultuda Fransa, Lübnan'a yönelik uluslararası yardım programlarından sorumlu Büyükelçi Pierre Duquesne'i Beyrut'a göndermişti. Büyükelçi Pierre Duquesne, yaptığı tüm görüşmelerde Lübnanlı yetkilileri, Beyrut limanındaki patlamanın ardından Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Lübnan'a ilk ziyaretinden bu yana herhangi bir reform adımı atmadıkları için azarladı. Söz konusu büyükelçi, aynı zamanda bankacılık sektörünü yöneten Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame'ye karşı olumsuz tutumuyla biliniyorken, Uluslararası Para Fonu yönetimi, Washington'u ziyaret eden parlamento heyetine, Lübnan'ın kendi krizleriyle başa çıkmada gerekli çabayı sarf etmediğini bildirdi. Buna karşın Beyrut'taki fon yetkilileri, sunulan tüm yasaların ister bir devlet, ister uluslararası bir para kurumu veya ihtiyaç halinde ülkelere yardım eden herhangi bir kuruluş olsun, hiçbir bağışçının taleplerini karşılamadığını endişeyle ifade etti.
IMF ve Pierre Duquesne bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Buna göre oluşturulacak kurallar Lübnan Bankası ve Bankalar Birliği ile onların Parlamentodaki veya hükümetteki destekçileri tarafından belirlenmemeli. Çünkü söz konusu unsurlar tarafından ortaya konulacak kurallar, bankaları mali çöküşle ilgili her türlü sorumluluktan muaf tutuyor.
Bu ürkütücü atmosferin ortasında, güvenlik yetkilileri, Selame’nin Hizbullah'ın finansörleriyle çalıştığı gerekçesiyle yaptırımlara maruz kalma olasılığına ilişkin bilgileri sızdırdı. Daha önce alınan bir karara dayanarak bu yönde bir karar alınacağı belirtildi. Daha önce alınan söz konusu karar Hasan Mukalled’in borsa şirketiyle ilgili alınan karardı. Hatırlanacak olunursa Hasan Mukalled, Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame’ye yakın ve onunla Hizbullah arasında arabulucu ve Hizbullah'ın mali yetkilileriyle koordinasyon içinde kabul edildikten sonra şirketi hakkında yaptırım kararı alınmıştı.
Bu durumda, Amerikan tarafı Selame’ye üzerindeki dokunulmazlığı kaldırdığını açıkça tebliğ etti. Amerikan tarafının Selame üzerindeki dokunulmazlığı kaldırdığını açıkça duyurdu ki görev süresinin bitiminden sonra görevden ayrılma arzusunu Lübnanlılara bildirdiğinde onların nazarında olumlu anlamda yer etmiş olmasın. Çünkü Amerika, görev süresi dolunca onurlu bir şekilde ayrılmasına müsade etmek istemiyor. Amerikalılar, uygun gördükleri bir yolla üzerini çizmek istiyorlar. Dolayısıyla onu Hizbullah'la işbirliği yapmakla suçlamanın, daha işe yarayacağı kanaatine vardılar. Hele hele bu ithamı birtakım medya organları, kurum ve kuruluşlarla ele ele vererek kamuoyunda yayarlarsa daha da başarılı olacaklarına inanıyorlar. Özellikle kamuoyunda “Lübnan’da yaşanan mali krizden, Lübnan Merkez Bankası’ndan dolar alan Hizbullah sorumludur” dedikodusunu yaymak, bu kampanyanın temel sloganı olarak belirlenmiştir. Amerikalıların nazarında bu tür durumlarda yeni protesto dalgaları başlayacak ve Lübnan’da yaşanabilecek kaostan Hizbullah sorumlu tutulacaktır. Tabii mesele bununla da kalmayacaktır. Hizbullah güvenlik servislerinin topladığı verilere göre son dönemde orduya alınan dış güçlerin ajanlarının kamu kurumlarını yakmak için molotof kokteylleri hazırladıkları ortaya çıkmıştır. Bu da düşmanın ne istediğine dair ayrı bir ipucu vermektedir. Lübnan’daki protestolara büyükelçiliklerin de müdahale edeceği fikrini reddedenlerin gülünçlükleri şöyle dursun, Lübnan güvenlik servisleri tarafından derdest edilen bir grup ajandan alınan itiraflara göre kendilerinden sadece Hizbullah’ın güvenlik hedeflerini takip etmelerinin istenmediği, direniş aleyhine yazılar yazılması ve sosyal medyada Hizbullah aleyhine kışkırtıcı haberler yayınlanmasının istendiği belirtildi. Hatta yapılan itiraflar arasında İsrailli bir işverenin, bir işbirlikçisinden, üzerinde "hepsi birdir hepsi, Nasrallah onlardan biri" yazılı büyük miktarda tıbbi maske basmasını istediği itirafı da yer aldı.
Zaten İsrail, pratik olarak gerek geçmişte gerek günümüzde Lübnan’da kaosun oluşması için gerekli çabayı ortaya koymaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. Sonradan ortaya çıkan gizli belgeler, onun Lübnan’daki sürekli tahripkar rolünü ortaya koymuştur. Seksenli yıllarda İsrail'in Lübnan'ın çeşitli bölgelerinde bubi tuzaklı araçları patlatması ve sonradan çıkan belgelerde Mossad yetkilileri tarafından üstlendiği kaydedilen ve “Lübnan’ı Yabancılardan Özgürleştirme Cephesi” adı altında düzenlenen operasyonlar, İsrail’in Lübnan’daki kaosa nasıl müdahil olduğunun sadece bir örneğidir. İsrailli araştırmacı gazeteci Ronen Bergman’ın belgesel bir kitabında da, Mossad görevlileri tarafından ifşa edilip onaylanan budur ve bu operasyonlar İsrail tarafından durmaksızın yürütülmektedir.
Yine bu bağlamda, geçenlerde Fransız ve İngiliz gazetelerinde yayınlanan soruşturma, İsrailli bir grubun asılsız haber sistemi kurma, sosyal medyada sahte hesaplar oluşturma ve bunları kullanarak kamuoyunu yanıltma bağlamındaki rolünü de gösterdi. Özellikle bu yalan haber üretme mekanizmalarını, seçim yapılan birçok ülkede, kamuoyunda algı operasyonu oluşturmak yönünde kullanmak üzere geliştirdikleri ortaya çıktı.
Özel verilere ek olarak, yakın zamanda Lübnan’da gerçekleştirilen ve gündemden uzak yapılan müzakereler, ülkedeki en önde gelen liderlerin bir iç patlamanın tehlikelerini sezdiğini ortaya koydu. Artık açık alanlarda siyasi tartışmalara girmeyen Saad Hariri’nin kapalı bir oturumda yaklaşan bir tehlikeden korktuğunu dile getirdiği bildirildi. Yine bu bağlamda Velid Canbolat, partililerine, belirtilerin Lübnan’da bir patlama korkusu yarattığını, önümüzdeki bahar ya da yazın çok sıcak geçeceğini söylediği, taraftarlarını dikkatli olmaya ve başkalarıyla sürtüşmeden kaçınmaya çağırdığı aktarıldı. Yine Velid Canbolat’ın taraftarlarına, “elbette bizim de bir duruşumuz olacak fakat kimseyle çatışmak istemiyoruz” dediği kaydedildi. Nebih Berri de aynı şeyi yaparak çevresindekileri kurulan tuzaklara karşı dikkatli olmaları konusunda uyararak, Emel Hareketi’ni kanlı iç çatışmalara sürükleyecek herhangi bir çatışmaya karışmamaları konusunda tembihledi. Öyle ki, Samir Caca bile partisine yani Lübnan Kuvvetleri kadrolarına, göstergelerin büyük bir toplumsal patlama ihtimaline işaret ettiğini söyleyerek, tırmanışın daha da büyüyeceği konusunda uyardı. Partililerine, “İktidar safında olup bitenlerden bizi sorumlu tutmak isteyenlerin bu kez kurbanı olmayacağımızın bilincinde olmalıyız” diyen Caca, Lübnan Kuvvetleri Partisi’ni vurmak veya köşeye sıkıştırmak amacıyla çatışmalara sürüklemeyi amaçlayan herhangi bir soruna dahil olmanın sonuçlarına karşı uyarıda bulundu.
Lübnanlılar arasında inkar politikasını sürdürmek isteyenler varsa veya Amerika ile İsrail’in yıkıcı rollerinin olduğu fikrini ister güvenlik eylemleri yoluyla ister siyasi şahsiyetler, isterse de medya grupları yoluyla huzursuzluk çıkarmak için reddedenler varsa, -ki bunlar var- direniş bunların hayallerindeki programa ayak uydurmayacaktır. Direnişin, tüm otoritelerdeki yozlaşmışlara karşı daha büyük bir rol oynamak için gerekli olmasına rağmen, bu düşüncedeki gruplarla uğraşacak vakti yok. Ki bunlar, düşmanın içe doğru sızıp kaos çıkartmasını kolaylaştırıyorlar.
Direnişin bu husustaki pozisyonu Hasan Nasrallah’ın lisanıyla sergilendi. Direniş lideri Hasan Nasrallah son konuşmasında açık bir şekilde şunları söyledi: “Kaos çıkartmayı düşünüyor ve bizi açlık, sefalet ve iç savaşa sürüklemek istiyorsanız, ne yapacağınızı bekleyip eylemlerinizi izleyecek değiliz. Bilakis halkımızı ve ülkemizi savunmak için gerekli tedbirleri alacağız. Sizi hem Lübnan’da hem de İsrail’le yüzleşerek yeneceğiz. Lübnan’da iç karışıklık çıkartırsanız İsrail’e bedel ödeteceğiz. Elinizde ne varsa kaybedeceksiniz.”
Anlamayanlar için hatırlatalım: Bu sefer Seyyid Nasrallah işaret parmağını kaldırmadı, bunun yerine, belki de Amerika ve onun işbirlikleri karşısında, kullanma zamanının geldiği büyük asayı işaret ederek konuştu!
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hassan Nasrallah, “Lübnan’da olanların esas olarak Amerikan baskısı ve planlı bir şekilde fon ve mevduat çekme politikasından kaynaklandığına” işaret ederek, "ABD ve onun işbirlikçileri Lübnan'da kaos planlıyorsa, onlara Lübnan'daki her şeyi kaybedeceğinizi söylüyorum” diyerek, Lübnan’ın Amerikan sultası altına tekrardan girmesi için 2019’dan beri çalışmalar yapıldığına dikkat çekti.
Şehit liderleri anma programında yaptığı konuşmada Hasan Nasrallah, “Acı ve ıstırabın bu halkı kendi tercihinden ve güvenliğinin, bekasının, varlığının, egemenliğinin, onurunun ve ülkesinin mallarının korunmasının temellerinden vazgeçmeye itebileceğine dair bahse girenler hayal görüyor” ifadelerini kullandı.
“Lübnan’ı kaosa veya çöküşe itmek isteyenler, bizden kimsenin aklına gelmeyen yanıtlara hazırlıklı olmalıdır” diyen Nasrallah, “Amerika bilmeli ki, Lübnan’ı kaosa sürükler de Lübnan halkı zarar görürse, arkamıza yaslanıp kaosu izlemeyeceğiz. Gerekirse İsrail’e savaş açacağız” diye konuştu.
Ekonomik durumdan tüm Lübnanlıların şikayetçi olduğunu ifade eden direniş lideri Hasan Nasrallah, ekonominin güçlendirilmesi için çözüm yollarının bulunması gerektiğini, bunun için sanayi ve tarım sektörünün canlandırması, petrol ve gaz sektörlerine ciddi bir şekilde odaklanılması, Çin ve Rusya gibi başka pazarlara açınılması gerektiğine vurgu yaptı.
Nasrallah, “Lübnan cumhurbaşkanlığı dosyasında yeni bir şey olmadığına ve bir an önce cumhurbaşkanının seçilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğine” işaret ederek, Özgür Yurtsever Hareketi ile sürdürülen görüşmelerin kritik bir aşamada olduğunu, ulusal çıkarları korumak adına bu süreci koruduklarını belirtti.
Kudüs Haber Ajansı - KHA