16-18 Eylül 1982 tarihleri arasında, Arap dünyasının ve uluslararası kamuoyunun utanç verici sessizliğinin ortasında ve İsrail’e sadık milisler tarafından gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamının kurbanlarının sayısı kadın ve erkek dört bin şehit.
İzzeddin Munasıra, “Lübnan'daki Filistin Devrimi 1972-1982” adlı kitabında, şehitlerin her birinin anlatacağı bir hikayesi olduğunu ve bu hikayelerinden ötürü şahitlerin 1948'de yaşananlardan daha büyük bir trajediyle suikasta kurban gittiğini söylüyor.
Araştırmacılar ve sözlü anlatıcılar, Sabra ve Şatilla katliamı kurbanlarını milliyetlerine göre şöyle sınıflandırmışlardı: %75'i Filistinli, %20'si Lübnanlı, %5'i Suriyeli, İranlı, Bengalli, Türk, Kürt, Mısırlı, Cezayirli ve Pakistanlı ve belirtilmemiş diğer uyruklar.
Katliamın Arka Planı:
Lübnan'daki yalnız ve silahsız Filistinliye yönelik komplo, çokuluslu güçlerin resmi çekiliş tarihlerinden on gün önce: 10 Eylül 1982'de Amerikalıların, 11 Eylül'de İtalyanların ve 13 Eylül'de Fransızların çekilmesiyle beraber Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ve Fedailerin Ağustos 1982 sonlarında Ürdün, Irak, Tunus, Yemen, Suriye, Cezayir, Kıbrıs ve Yunanistan'a gitmesi ile başladı.
Amerikalıların garanti etmesine ve İsrail işgal ordusunun Batı Beyrut'a girmeyeceğine dair Philip Habib anlaşmasına ve Filistinli sivilleri ve Beyrut'u terk eden gerilla ailelerinin korunacağına dair garantiye rağmen…
İki bin Filistinli savaşçının varlığı bahanesiyle Rafael Eitan'ın iddiasına göre, “kampları teröristlerden temizleme” operasyonuydu yaşananlar. Ancak sonrasında silahlı tek bir Filistinlinin cesedi bile bulunamamıştı.
Katliamın Başlangıcı:
15 Eylül Çarşamba günü İsrail işgal güçleri Sabra mahallesini ve Şatilla kampını kuşattı ve işgal ettikleri bir binanın tepesinden bölgedeki her hareketi izlemeye başladı. 16 Eylül Perşembe günü şafak vakti Şatilla girişindeki bir binada konuşlanan kuvvetler, kamptaki her anı ve hareketi izlemeye ve katillere emirler vermeye başlarken, uçakları ve orduları da çocuk, kadın, yaşlı katillerinin gözleri önündeki güvenli yerin karanlığını aydınlatmak için aydınlatıcılar atmaya başladı.
17 Eylül Cuma sabahı, cesetleri ve buldozerlerin evleri sahiplerinin başlarının üzerine yıkıp onları ölü ve diri gömdüklerini gören bölge sakinlerinin çoğu için katliamın nitelikleri netleşmeye başlamıştı. Ayrıca çoğu Akka ve Gazze'deki hastanelere ve yaşlı barınaklarına yönelen ferdi ve grup halindeki firarlar da başlamıştı. Bir kısmı bir ormandan gizlice kaçmayı başarmış, geriye ne olup bittiğini bilmeyen aileler ve evler kalmış, bir kısmı da yemek masası etrafında toplanmışken öldürülmüştü. Cinayetler sessizce ve hızlı bir şekilde gerçekleşiyordu.
Cuma günü ölüm çukuru hikayeleri başladı ve saldırganların sayısı arttı; ancak tanıklıklar ve gerçekler en fazla şehidin katliamın ilk gecesi olan Perşembe gecesi şehadet mertebesine erdiğini gösteriyor. Ne var ki öldürme yöntemleri geliştirildi ve bu yöntemlere barınaklara atılan fosfor bombaları eklendi.
Ayrıca saldırganlar Akka Hastanesi'ne baskın düzenlediler, Filistinli hemşire ve doktorları öldürdüler, hastane içinden hastaları, yaralıları ve katliamdan firar edenleri kaçırdılar.
İkinci gün, Haziran 1982'de Beyrut saldırısı sırasında Spor Şehri'ne düşen İsrail füzelerinin açtığı hazır çukurların bulunduğu Kuveyt büyükelçiliği ve Spor Şehri yakınlarında, çoğu evlerin içinde, bir kısmıysa ara sokaklarda gerçekleşmiş daha fazla cinayetlerle ön plana çıktı. Bazı mayınların varlığı ve patlaması nedeniyle kaçırılan ve ölüme sürüklenenlerin bir kısmı; vurulmayı, hatta diri diri gömülmeyi bekleyen büyük kalabalığın yarattığı kaosun gölgesinde kaçmayı başarmıştı. Kaçmayı başaranlar, insanlara nasıl bir muamele reva görüldüğüne ve katillerin halkı katlederken gülüp, küfredip ve ruhları içerek susuzluklarını giderirken nasıl sanatsal(!) yöntemler kullandıklarına dair tahammülü güç ayrıntılar anlatacaklardı.
Üçüncü gün, yani 18 Eylül Cumartesi günü, İsrail kaynaklarının belirttiğine göre saldırganlara sabah saat 10'da geri çekilmeleri talimatı verilmesine rağmen öldürme, katliam ve adam kaçırma operasyonları devam etti. Ahaliden onlarca ifade, katliamın öğleden sonra saat 1’e kadar devam ettiğini ve kitlesel ölümlerle karakterize olduğunu doğruladı. İsrail işgal güçleri ve onlara bağlı milisler tarafından Spor Şehri’nde bölge halkıyla ilgili soruşturma başlatıldı. Çoğu geri dönmeyen ve akıbeti bilinmeyen onlarca kişi tutuklandı ve kaçırıldı.
İşgalci İsrail, insanların katledilmesini örtbas etmekle ve Beyrut kuşatmasında kendisini mağlup eden Filistinlileri ezmek için her türlü koşulu hazırlamakla yetinmedi ve 19 Eylül 1982 Pazar günü Filistin Araştırma Merkezi'nin belgelerini çalarak ve arşivlerini kamyonlarla taşıyarak intikamını aldı.
Lübnan’daki Kamplar:
Lübnan'daki kampların tarihi arka planı araştırılınca İsrail'in işgal ve katliam yılı olan 1982 yılını özellikle karşımıza çıkıyor. Bu tarihte Lübnan topraklarında 12 Filistin kampı vardı: Sur’da Raşidiye, el-Bas ve Burcu’ş-Şemali, Sayda’da Aynu’l-Hilve ve el-Miyeh, Baalbek'te Yefel, Beyrut’ta Şatilla, Mar İlyas, Burcu’l-Baracine ve Dabiye ve Trablus’ta Nehru’l-Barid ve el-Bedavi. Aynu’l-Hilve ve Nehru’l-Barid kampları bölgedeki en büyük kamplar arasında kabul edilirken, Şatilla kampı ise en küçük kamplardan biri olarak değerlendiriliyor.
Bu kampların yanı sıra 16 Nisan 1974'te İsrail'in bombalaması sonucu tamamen yok edilen en-Nebtiyye isimli bir kamp daha vardı.
Sur ve Sayda kampları birkaç kez kısmi yıkıma maruz kaldı. Lübnan topraklarında yaşanan çok sayıda iç savaş nedeniyle 1976 yılında hem Cisr el-Başa kampı hem de uzun bir kuşatma sonucu zarar gören kamp olan Tel el-Zaatar kampı tamamen yok edildi ve Dabiye kampı da kısmen yıkıldı.
Kudüs Haber Ajansı - KHA